​Hırsı yeteneğini aşan bir fani...

​Hırsı yeteneğini aşan bir fani...
Seksenli yılların ikinci yarısında tanımıştım onu. Yakışıklı sayılırdı. Zekiydi. Espriliydi. Okurdu. Dost sohbetlerinde keyifli anlar yaşatırdı insanlara.

Otuzuna yakındı. İşi iyi sayılırdı, çok kazanmasa da. Çok kolay ilişki kurar, çabucak kaybederdi. Toplumun her kesiminden tanıdıkları, arkadaşları vardı. Bu yanları insana keyif verirdi... Ancak madalyonun bir de tersi vardı. Ve burada işler iyi değildi. Çok hırslıydı. Her şeyi bir an önce kazanmak istiyordu ve dolayısıyla da sabırsızdı. Kurnazdı. Hesapçıydı. Ve bu kurnazlık şark sosuyla harmanlanmıştı. Kıskançtı. İnsanlarla alay etmekten, küçümsemekten çekinmezdi. Güzel kadınlarla ilişki kurmak için büyük çaba harcar, giyinip kuşanır, para kazanmaya çalışır, şirinlikler yapar, bir alay yapaylığa başvururdu. Kısacık bir an için başarır gibi olur, ancak bu insanları çok geçmeden kaybeder, yeniden yalnızlığın ve kederin pençesine düşerdi. Ve bu onun için büyük bir dertti. Sorular da sorardı, özellikle büyük kaybedişlerin ardından. Neden kaybediyorum? Neden benden çok daha geri pozisyonda olan insanların "harika sevgilileri olur da benim olmuyor" sorusunu çok duymuşluğum vardır ondan... Ancak ne teşhisi doğruydu, ne de laf dinlerdi. Birkaç kez yolda gençleri durdurup, "Bu güzel bayana ne yaptın da aşık oldu sana, lütfen söyler misin" dediğine bile tanıklık ettim. Uyardım, uğraştım, hatalarını sıraladım, "adam olmasını" belki de bin kez söyledim. Ama olmadı, dinlemedi. Ve kaybetti. Kaybettikçe içkinin pençesine düştü. Daha da kaybetti. Giderek kendi içine gömüldü. Kedi gibi kendi kuyruğunu kovalar oldu zamanla. Ve bir şafak vakti, son kez soluk alıp verdi ve gitti genç yaşta...

Dinlemediği cümlelerim şunlardı: "Mütevazı ol. Kendin ol. Çok hırslısın ve yeteneklerin daha geride. Hiç kimse bir anda her şeyi elde edemez. Kurnazlığı bırak. Samimi, yalın, içten, dürüst, net, hesapsız bir erkek mutlaka çekim merkezi olur. Kendini rahat bırak ve sabırlı ol. Gerisi gelecektir..."

 

***

 

BEYEFENDİ

Acemiyi ilk binişte çözen at

Genç iken yolu İngiltere'ye düşer Beyefendi'nin. Bu eski zaman imparatorluğunda eğitim alırken, orta sınıftan bir ailenin yanında ikamet eder. Genç Beyefendi halinden memmundur. Kendini geliştirmekte, Batı kültürünü merkezinde öğrenmekte, bir aile tanımakta ve zaman zaman kırlarda at da koşturmaktadır. Başlarda çekinir attan. Zira hiç ata binmişliği yoktur. Ayrıca İngiliz atları devasa boyutlarda görünür gözüne, kendisi de uzun boylu olmasına karşın. İngiliz aile, birkaç gerekli bilgiyi verdikten sonra hop diye kaldırıp atarlar Beyefendi'yi atın sırtına. Ne yapacağını bilmez elbette. Bir ara ayağı üzengiye takılır. Ayağıyla boğuşurken at kendisinden komut bekler. Ancak verecek komutu yoktur. Daha da garibi komut vermesi gerektiğini de anlamaz. Bir süre bekleyen at, bir ot yığınına yanaşır ve keyifle çiçekleri yemeye başlar. Bizimki hala ne yapacağını bilemez. Yular elindedir, ama ne yapılır birader yularla? Ne yapsan at gider, durur, ya da koşar? Zerre bilgisi yoktur. At ise kafasına göre takılır. Bazen koşar, bazen yürür veya tırıs durumunda gider. Fani kelle koltukta atın sırtında endişeyle kaderine razı bekler. At birkaç kez sertçe durur. Beyefendi o anlada biraz da şansının yardımıyla atın sırtında kalmayı başarır. Birkaç cılız alkış da alır İngilizlerden. Birkaç gün arayla tekrarlanır bu ritüel. Ama o hala atı yönetecek bilgeliğe erişememiştir. İki hafta sonra da bu işkence biter, o attan, at da ondan kurtulur. Ancak bu anısı neredeyse kırk yıl zaman zaman gülümsetir onu. Geçenlerde keyifli bir sohbetin bir yerinde bu anısını anlattıktan sonra, "Yahu olamaz" dedi, "at anında anlamıştı benim acemi olduğumu..."

Ve sonra içinden, hayatındaki nice acemilikleri anında anlayıp da başını derde sokanlara okkalı bir selam gönderdi, yüz hatlarına gelip oturan hüzünle...

 

***

FOTOHABER

Akşam iş dönüşü, evine gitmekte olan fotoğrafçı; kaldırımdakileri görünce şaşırır. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, iki çocuk hızla yanına gelir... Burası, Kayra ve Umut adındaki arkadaşların marketidir! Önce su satmışlar, kazandıkları parayla cips ve süt alarak mal listesini genişletip bu marketi açmışlardır... Satışa sunulanlar arasında, Umut'un babasına ait tespihler de vardır. Adı da Yıldırım Kardeşler'dir marketin. Çünkü kardeşçesine arkadaş ve yıldırım gibi hızlıdırlar... Bu küçük girişimcileri gülümseyerek dinleyen sanatçı, marketten bir liraya su alıp ilk müşteri olarak kayıtlara geçer...

 

***

 

İŞTE O KADAR

Hayatın en hüzünIü anı, mevsimine kapıIdığın kişinin bahçesinde açabiIecek bir çiçek oImadığını anIadığın andır.

Mayakovski

 

***

 

OKUYUNUZ

Köstebek, casusluk romanları arasında bir klasiktir ve soğuk savaş döneminin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Tam ortaya yerleştirilmiş, kimsenin fark etmediği ama herkesin gördüğü bir tuzaktır; casusluk literatürüne girmiş, yerleşmiş bir olgudur. Örgüt içindeki köstebek avı sırasında İngiliz istihbarat örgütü nam-ı diğer Sirk'in iç çatışmalarını, hesaplaşmalarını, müthiş entrikaları, devletler arası değiş-tokuşları, üstte ve altta var olan ilişkileri, stratejileri anlatır John Le Carre, "Köstebek"te...