Hizmetleriniz özenle cezalandırılır!

Baştan söyleyeyim, devlet içinde bir devlet yapılanmasına karşıyım. Hiçbir siyasi veya dini kadro devlet içinde paralel veya çatı biçiminde örgütlenmemelidir. Aksi halde hukuk devleti değil grup devletçikleri oluşur. Aynı şekilde erkler arası denge korunmalı ve silahlı güçler cuntalaşmamalıdır. Tarihimiz maalesef bunun acı örnekleriyle doludur. Milletimiz devlet bünyesindeki hizipleşmelerin ve kardeş kavgalarının bedelini çok ağır faturalarla defalarca ödemiştir.
Peki Hizmet Hareketi ve Cemaat olarak bilinen kesimin bürokrasideki etkinliği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi yeni mi keşfedildi? Yeniçağ’ın Çarşamba günkü manşetinde açıkça yazıldığı gibi çok yakından biliniyordu. 2004 yılında MGK’nın aldığı cemaati bitirme kararına dönemin Başbakanı Erdoğan da imza atmıştı. 2007’de dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in isminin gizli tutulması kaydıyla gazeteci Ahmet Hakan’a Fethullah Gülen’i şikayeti de bu kapsamda değerlendirilebilir. Ancak Çiçek, Erdoğan’ın sıklıkla tekrarladığı sülük, ajan ve haşhaşi türü hakaretleri dün de bugün de ağzına almamıştır.
Peki 2013 sonbaharından itibaren ne değişti. Bunun yalnız bir dershane kavgası olmadığını hükümet cenahı da itiraf etmektedir. İktidar partisi 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizini ve Gezi protestolarını dönüm noktası saymaktadır. 2011 Genel Seçimleri’nde AKP’nin yeniden seçilmesi için destek veren Cemaat, “ne istemiş de ...”  Erdoğan vermemiştir?Erdoğan’ın  “gel beni de al”  sözleriyle tepki koyduğu MİT krizinden 4 ay sonra Türkçe olimpiyatlarında övgülerini sıralayarak tribünlere  “gel, bitsin artık bu hasret” diye seslenip Gülen’i yurda davetinde hangi mantıki tutarlılıktan bahsedilebilir!
Tek somut kırılma 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur. PKK (KCK) elebaşlarının yanısıra Genelkurmay Başkanı da tutuklanırken ve MİT Müsteşarı sorguya çağrılırken seyreden hükümet polis kendi kapılarını çaldığı zaman  “darbe var”  diye bağırmaya başlamıştır. Üstelik gayet pişkin vaziyette muhalefetten darbe söylemine destek istenmektedir. Terör, darbe ve casusluk davaları bir yönüyle siyasi davalar olduğu için eleştiriye açık yönleri vardır. Ancak aklanan yüz milyarlarca euro ve onlarca milyon dolarlık rüşvet iddiaları ile darbe arasında nasıl bir alaka kurulabilir. Nitekim TBMM’deki Yüce Divan görüşmelerinde makaracı hariç bakanların hiçbiri darbeden söz etmemiştir. Zaten bu bakanlar da partiden fiilen dışlanmıştır.
Öte yandan şimdiye kadar hükümette paralel suçlamasıyla görevden alınan bakan yoktur. 17/25 Aralık sürecinde cemaatçi tanınan müsteşar seviyesinde üst düzey bürokrat ve Emniyet Genel Müdürü de bulunmamaktadır. Peki bakan ve müsteşarı dahi olmayan bir ekip nasıl bir darbe gerçekleştirecektir? Polisler başlarına buyruk gidip tüm devlet kurumlarına el mi koyacaktır?! Üstelik her isteneni vermeye amade bir hükümet dururken cemaat niye ilişkilerinin sorunlu olduğu CHP-MHP koalisyonunu tercih etsin?
Aksine o güne kadar devletin ve iktidarın hizmetlerinden tepe tepe yararlandığı bir cemaat vardır. Gönüllüleri terörün en yoğun olduğu bölgelerde eğitimci olarak gençlere el uzatmakta, polis üniforması giydiğinde ise hangi renkten olursa olsun tüm teröristlerin üzerine korkusuzca yürümektedir. Okullarından mezun olan gençler ardına bakmadan dünyanın öteki ucuna gidecek ve Türkiye’nin adını başarıyla temsil edecek donanımdadır. Asya steplerine ve Afrika çöllerine önce Türk okulları bayrak dikmekte arkadan büyükelçilikler açılmaktadır. Mazide silahla yapılan fetihler bugün kalemle gerçekleşmektedir.
Bu noktada eğer öncüler yanlış işlere giriyorsa devlete düşen görev rehberlik yapmak, hataları sessizce düzeltmek ve araya sızanları tespit edip usulünce pasifize etmektir. Yoksa bağıra çağıra vatandaşlarını sağa sola şikayet ederek dünyayı kendine güldürmek değildir. Kaldı ki bu zihniyetteki bir yönetim aynı işleri maaşlı memurlara yaptıracak! Nelerle karşılaşacaklarını eğer bilmiyorlarsa en üst düzeyde katılımla kurulan Kazakistan’daki Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin kuruluşunda yaşanan sıkıntıları bir araştırsınlar.
Günümüzdeki hukuksuzlukların 12 Eylül döneminden pek farkı yoktur. Tek fark bunların ileride hesap verecekleri korkusuyla panik halinden çıkamıyor olmalarıdır. Devletimiz öteden beri süregelen hatalarından ders çıkarmamakta, aksine katlanarak tekrarlamaktadır. Devlete ve millete hizmet eden ülkü ve ideal sahipleri özenle cezalandırılmaktadır!İşine gelince sırtını sıvazlar, kullandığı kesimler biraz güçlenirse birbirine kırdırır, menfaatlerine ters düşünce de hain muamelesi yapar, hapislerde süründürür. Sonuçta güvenilen tüm dağlara iftira karları yağdırır ve milleti yılgınlığa düşürür. Bozuk düzen böylece sürer gider mi hep birlikte göreceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları