Hoş geldin keçi gribi!

Daha iki hafta önceki yazımın başlığı “2010 virüsüne ne ad verelim?” idi. Evet bugün haberlerde duyduğumuz kadarı ile Hollanda ve Avusturya’da görülen ve özellikle Avusturya’da 6 kişinin ölümüne sebep olarak gösterilen hastalığa “Keçi Gribi” adı verildi. Henüz “Domuz Gribine” alışmaya başlamıştık ki, bir yenisi daha çıkıverdi.
Ben artık kesinlikle bu işin bir biyolojik silah üretimi olduğuna ve “genetik mühendisliğinde” oldukça ileri teknolojiyi yakalamış olan ülkelerin, en ucuz silah olan “biyolojik silahların” üretimine yöneldiğine, gelişmekte olan ülkeleri “nükleer ve kimyasal silah” üretmekle suçlarlar iken, aslında en büyük ve tehlikeli “biyolojik silahları” kendilerinin ürettiklerine inanıyorum.
Yazımın başlığına “hoş geldin keçi gribi” dememin asıl nedeni de, turizm sektörünün önünü açmak ve onu desteklemek uğruna devletin kontrol mekanizmasının özellikle havaalanı girişlerinde, turistlere “rahatsızlık yaratmamak” adına en alt seviyelere indirilmiş olmasından. Avrupa ülkelerine giden okuyucularımız iyi bilirler, daha vize başvurusu yapmak için form talep edildiğinde gidilecek olan ülkenin konsolosluğu bir dizi “yapılması gerekenler listesini” elinize tutuşturur.
Bankadaki para miktarının, adınıza kayıtlı tüm gayrimenkullerin belgelerini isterler, bu da yetmez o ülke konsolosluğunun çalıştığı hastaneden “sağlık raporu” almak zorunda kalırsınız ki, bir bulaşıcı hastalığınız var mı? Yani elin adamı daha siz ülkesine ayak basmadan kendi ülkenizde iken, kendi ülkesinin kanun ve normlarına göre sizi iyice didik didik eder ve ancak ondan sonra size kendi ülkesine gitmeniz için vize verir.
İşte gelişmiş ülkeler ile bizim gibi gelişmekte olan ülkeler arasındaki en temel fark bu noktada ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkenin yöneticileri, ülkelerine gelecek insanları “para harcamaya gelen turistler” olarak görmez, onları ülkeleri için en büyük risk unsuru olarak görür ve önlemlerini de ona göre alır. Çünkü o ülkelerde “insan sağlığı ve hayatı” en öncelikli konulardır. Bu iki konuyu riske atacak bir eylem veya göz yumma kesinlikle affedilmez.
Yapılan istatistikler göstermektedir ki, dünyada her yıl en çok turist çeken ülkelerin başında gelen İspanya (yaklaşık 50 milyon) turistten 14 milyar dolar para kazanır iken, İngiltere (yaklaşık 11 milyon) turistten 12 milyar dolar para kazanmış, 2009 verilerine göre Türkiye (yaklaşık 22 milyon) turistten 6.5 milyar dolar kazanmış. Yukarıdaki üç ülke örneğinde de görüldüğü gibi demek ki, turizm girdileri kişi sayısı ile doğru orantılı olarak artmıyor.
O zaman hemen ülkemizin doğal yapısını hızla bozan turizm bölgelerindeki betonlaşmaya bir son verip, turizm tesislerinin yapılmasını zorlaştırıcı kanunlar çıkarmamız ve yatak kapasitesini belli bir oranda tutmamız gerekmekte. Yatak sayısının artışına izin verdikçe, bu kapasiteleri yakalamak ve doluluk oranlarını yükseltmek için birçok taviz vermek zorunda kalacağız. Verilen tavizlerin en başında da ülkemize turist çekmek adına, vize işlemlerini nerede ise kaldırmaya kadar varacak öneriler hükümetlerimize yapılmakta.
Gelişmiş ülkelerin kendilerine has ürettikleri virüsleri başka ülkelere yaymanın en kolay yolu da yine, seyahat eden kendi vatandaşları aracılığı ile olacaktır. Domuz Gribi için hükümetin 1 milyar dolarlık aşı ithalatı yaptığını düşündüğümüzde, yılda 6.5 milyar dolar kazanılan bir sektörün aslında ülkeyi en çok riske sokan sektör olduğu unutulmamalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları