"Hürriyet bilmem ama galiba göklerdedir"

"Hürriyet bilmem ama galiba göklerdedir"
Dokuz Sütun Gazetesi yazarı Ümit Karadağ, 'Hürriyet bilmem ama galiba göklerdedir' başlıklı yazısında, Türk milliyetçilere yönelik baskıları kaleme aldı.

"Türkiye ne zaman otoriterleşme eğilimi göstermişse, Türk milliyetçilerinin kafasına hiç vakit kaybedilmeden bir balyoz inmiştir" diyen Karadağ'ın o yazısı:

Hürriyetin bedelini ödeyerek geldik bugünlere… Şimdilerde babasından kalan mirası çarçur eden şımarık çocuklar gibiyiz. Elimizde, avucumuzda hiçbir şey kalmadığında anlayacağız. Peki, anlamak bir şey ifade edecek mi o zaman? Koca bir hayır.

Kendi emeklerimizle kazanmadığımız için kolay kaybediyoruz. ‘Hak, hukuk ve hürriyet’ gibi kadim geçmişimizde mücevher nitelikte bir yere sahip olan parolamız, bilinçli veya bilinçsiz kendi gayretlerimizin etkisiyle de ayaklar altında çiğneniyor.

Bu oyunun başrolünde olduğumuzu iddia edenler de var, tribünde seyirci dahi olmadığımızı iddia edenler de… Zaman, en hakiki gösterge, göreceğiz.

Son yüzyılı gözümde canlandırmaya çalışırken, ne kadar sessiz sedasız çok acı çekilmiş diyorum kendi kendime… Ne çektirenlere bir nefret, ne de bir intikam duygusu. Başa gelen musibetlerin, A’dan Z’ye kadar haksız ve hukuksuz uygulamalar neticesinde gerçekleştirilmesinden emin olunmasına rağmen.

Sürgünlerden tabutluklara, tabutluklardan idam sehpalarına... Gökalp’ın Malta Sürgünü’ndeyken eşi Vecihe Hanıma yazdığı o mektuba yürek dayanır mı? ‘Yuva saadetini yuvasından uzak düşmüş garip kuşlara sormalı’ diyor Gökalp. Tabutluklara koyulup, insanlık dışı işkencelere maruz kalan Hüseyin Nihal, eşi Bedriye Hanım’a ve 5 yaşındaki oğlu Yağmur’a hücreden böyle sesleniyordu: “Tek bir kadın değilsin sen… Sen bir ocaksın! Mademki bir adın Atsız, katlanacaksın!” Ya Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubuna ne demeli? Gözyaşı dökmeden okuyabilenler var mıdır sahiden?

Türkiye ne zaman otoriterleşme eğilimi göstermişse, Türk milliyetçilerinin kafasına hiç vakit kaybedilmeden bir balyoz inmiştir. Bakınız tek parti dönemi ve darbeler.

‘Yeni bir sayfa açalım’ diyenlerin samimiyeti, daha kapıyı örtüp çıkmadan sövmeleriyle yerle bir oluyor. Bari duyacağımız şekilde söyleme diyoruz. Nafile… Beynine ve gönlüne öyle bir düşmanlık kodlamış ki rol yapamıyor. Gel sana inanalım, hadi sarılalım nasıl deriz?
 

Dört parmak işareti yapanları görünce benim aklıma ‘milli ve yerli’ bir düşünce gelmiyor maalesef. Zaten patentin esin kaynağı Mısır. Manası da bugüne kadar yapılan icraatlara bakılınca hiç de öyle söylenildiği gibi değil. Tek düşünce, tek tip,  tek söylem ve tek tavırdır istenilen… Son zamanlarda vatansevermetre ölçü aletleriyle gezenlerin kriteri budur.

İdeal, ‘ileri demokrasiydi’… Bu ileri demokrasinin velinimetlerinden ne hikmetse teröristler sınırsızca istifade ederken, vatanseverlerin payına kodese tıkılmak düştü. Yine çok şanssızdık… Göremedik.

‘Adaleti’ iktidar partisi kapmıştı, ‘Demokrasiyi’ binlerce insanın vampir gibi kanını emen bir terör örgütü… Bu iki efsunlu kavram kimlerin eline düşmüştü… Üzülüyor insan Ya Rabii. İroni değil, şaka değil.

İstibdattan bize fayda gelmez… Acı hatıraları unutmak mümkün değil.

Bilgi ve teknoloji çağında yaşadığının farkında olanlar, fikri ve vicdanı hür nesil isteyenler, bunu arzulamaz.

Korkak, silik, dalkavuk, eyyamcı, menfaatçi, ilkesiz ve omurgasız nesillerin önünü açarsınız.

Her defasında haklıların değil, güçlülerin peşinden koşanları bulursunuz. 

Değerli değil önemli olanı sevenlerin sayısını çoğaltırsınız.

Bazen kazansanız da kaybetmiş sayılırsınız ya…

İşte kazanırsanız yine kaybetmiş sayılacaksınız.

Bu da onlardan olacak.

Şimdiden söyleyeyim. 


 

 


 

İlgili Haberler