‘Hüsniyat’ nedir, bilir misiniz?
Prof. Dr. Ahmet Sevgi’nin üç kitabı geldi: Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler (Palet Yayınları, büyük boy, 547 s.), Beyitler Arasında (Palet Yayınları, 125 s.), Din Anlayışında Reform (Palet Yayınları, 128 s.)
Prof. Dr. Ahmet Sevgi, bizi fikir boşluğumuzdan yakalar. İnsanımızın eksiğini bilir ve o boşluğa hitap eder.
Gazetemizin de yazarı olan Prof. Dr. Ahmet Sevgi’nin akademik alanı Eski Türk Edebiyatı.
Eski Türk edebiyatı 13. yüzyıl sonlarından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan Türk edebiyatı dönemini içine alır. Batı’yla ilişkilerden sonra gelişen edebiyat, zamanımıza kadar Yeni Türk Edebiyatı olarak anılır.
Eski Türk edebiyatı dönemi Türk-İslâm Edebiyatı olarak da bilinir. Bu isimden de anlaşılacağı gibi, daha öncesi dönem İslâm Öncesi Türk Edebiyatı sahasına girer. Tabiî her dönemin kendi içinde de başlıkları vardır.
Prof. Dr. Ahmet Sevgi, Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler’in ön sözünde, kitabın muhtevası üzerinde durur, “hüsniyat edebiyatı”na işaret eder:
“Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra diğer birçok müesseselerini olduğu gibi edebiyatlarını da değiştirdiler. Arap ve Farslardan aldıkları vezin, tür, ‘konu’ ve ‘şekil’lerle İslâmî bir dünya görüşü çerçevesinde yeniden oluşturulan bu edebiyatın en bariz vasfı şüphesiz dinî oluşudur. İslâmî Türk edebiyatının -elde bulunan- ilk yazılı kaynakları ‘Kutadgu Bilig’ ve ‘Atabetu’l-hakâyık’ın şekil ve muhtevaları bunu gösteriyor.
13 ve 14. asırlarda Anadolu'da teşekkül eden Türk edebiyatında da dinî-tasavvufî unsur ağırlıktadır. Ancak Hoca Dehhânî ile başlayan ve 15. yüzyılda Şeyhî, Ahmet Paşa ve Necâtî ile gelişen bir de hüsniyat edebiyatı vardır ki boynuz kulağı geçer misali Tanzimat'a kadar aralıksız -takriben- altı yüz yıl devam etmiş ve bu uzun zaman zarfında yüzlerce edip yetişmiş, binlerce eser kaleme alınmıştır. (...)
‘Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler’ adını verdiğimiz ve ‘Dinî Edebiyatımız’, ‘Hüsniyat Edebiyatı’ ve ‘Kitaplar Arasında’ olmak üzere üç bölümden oluşan eserimizin birinci bölümüne ‘besmele’ şerhleriyle girdik. Sonra akait risaleleri, manzum elli dört farz, manzum kırk âyet ve kırk hadis tercümeleri, yine manzum Amme (Nebe sûresi), Tebâreke (Mülk sûresi) ve Yâsîn sûresi tefsirleri, Mevlânâ ve Yunus'a dair makaleler ilk bölümde yer alan çalışmalardır.
Divan edebiyatı yahut lâ-dînî edebiyat dediğimiz edebî geleneğe, ‘hüsniyat edebiyatı’ denilmesinin daha uygun olacağını, esasen eskiden böyle adlandırıldığını örneklerle açıklamaya çalıştığımız bir makale ile başlayan ikinci bölüm; Türkçenin gelişip güzelleşmesinde büyük katkıları olan klasik şairlerimizin çeşitli yönleriyle ele alındığı makaleleri müteakip, devlet adamı, bilgelik, din-toplum ilişkisi vb. sosyal meselelerle ilgili yazılarla devam etmiştir.
Üçüncü bölümde ise bilinmeyen yahut az bilinen bazı eserlerin edebiyat dünyasına tanıtılması gayesiyle yazma ve matbu birtakım kitaplar ele alınarak yazarları ve muhtevaları hakkındaki yanlış bilgiler düzeltilmeye çalışılmıştır.”
Prof. Dr. Ahmet Sevgi, bahsettiği gibi, II. Bölüm’de, Lâdînî (Profane) Şiir mi. Hüsniyat Şiiri mi? başlığı altında “hüsniyat” üzerinde durur:
“İlk defa Fuat Köprülü tarafından kullanılan ve zamanla yaygınlık kazanarak günümüzde ‘İslâm Ansiklopedisi’ne (TDVİA c. 9, s. 393) bile giren "lâ-dînî (profane) şiir’ tabirinin yanlışlığı üzerinde durarak, doğrusunun ne olması gerektiğine dair kanaatlerimizi sunmak istiyoruz.
Fuat Köprülü, 2 Aralık 1926'da çıkmaya başlayan Hayat mecmuasının 1. sayısına Hoca Dehhânî ile ilgili yazdığı bir makalede şöyle der: ‘Bu gazellerde [Dehhânî'nin gazelleri] göze çarpan diğer mühim bir nokta da, bunlarda tasavvuf tesirine hemen hiç tesadüf edilmemesidir ki, bu nokta-i nazardan ‘Dehhânî’yi ‘lâ-dînî’ bir şâir saymak hiç de yanlış değildir.”
Ahmet Sevgi, Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi ve Divan Edebiyatı Antolojisi kitaplarında de “lâ-dinî” kavramını tekrar ettiğini belirtir.
Ahmet Sevgi, öz olarak İslâmın hayatımıza girmesinden sonra “Sanat eserlerinde dinî unsurlar yer almaz diye bir kural yoktur. Aksine, din güzel sanatların ana kaynaklarından birini teşkil eder.” der ve XVI. yüzyıl şairlerinden Merdümî’nin Tuhfetü’l-İslâm adlı eserinde geçen beyti örnek gösterir:
“Nice şi‘rün var ol da hüsniyât / Kanı ya Tanrı’ya yarar kelimât”
Merdumî’nin demek istediği şu:
“Hüsniyata dair çok şiirim var. Ama Allah katında makbul sayılacak (dinî-didaktik) şiirim yok.”
Merdûmî “hüsniyat” adını verdiği şiirinin vasıflarını da sıralamıştır. (Ahmet Sevgi, Merdümî; Tuhfetü’l-İslâm, 1993, s. 47)
Ahmet Sevgi, “Klâsik Türk şiiri hiçbir zaman dinin dışında kalmamıştır. Öyle veya böyle bu şiir muhakkak dinî bir unsur taşır. Dolayısıyla onu ‘lâ-dinî’ olarak vasıflandırmak doğru değildir. Gayeleri sanat yani ‘güzel tasvir’ ve ‘güzeli tasvir’ olan şairlerin şiirlerine verilecek en uygun ad her halde hüsniyat (güzellikler) şiiri’ olmalıdır.” hükmünü verir.
Ahmet Sevgi’nin kitapları öğretici, düşündürücü.
Okumak lâzım.