Huzur ve insanlık halleri / Halim Bahadır

Huzur ve insanlık halleri / Halim Bahadır

İnsanlara nelerin huzur ve mutluluk verdiğini sorguluyor internetin dehlizlerinden bulup çıkardığım program. Her kesimden, her sınıftan, tabakadan insana bu soru soruluyor. Yanıt veren iş adamı da var, bir köyde yaşayan yoksul siyahi bir ev kadını da...

Soru çok yalın. Yanıtlar da öyle. Yanıtlardan o kadar sıradan şeylerin insanları mutlu ettiğini duyuyorum ki, şaşırıyorum. Bir kadın, kocam ve çocuklarım akşam eve geldiğinde huzur mutluluk benim oluyor diyor. Biri sevdiği birinin küçük bir jestiyle mutlu oluyor. Çocuklarıyla yemek masasında mutlu olan var. Küçük bir başarı mutlu ediyor bir başkasını. Lezzetli bir yemek, doğa, küçük bir ırmağın kıyısında piknik yapmak. Başkaları için küçük ama anlamlı bir şey yapmak. Çocuk ve yaşlılara yardım etmek. Dostlarla yarenlik etmek ve onların sayısını artırmak. Kendinle barışık olmak. İyi, başarılı, yardımsever, vicdanlı bir insan olarak bilinmek. Sevdiklerinin değerli olduğunu hissettirmesi. Sıradan biri de, ekonomik olarak çok güçlü biri de, üç aşağı beş yukarı bunlar ve benzeri şeylerle mutlu ve huzurlu olacağını beyan ediyor.

Ve program bittiğinde zurnanın zırt dediği yer tam da burası diye düşünüyorum. Mutlu ve huzurlu olmak için insanın istediği şeylerin çoğuna para bile ödemek gerekmiyor. İstendiğinde çoğuna sahip olmak sıradan bir olay. İyi de o zaman insanlar dünyayı neden cehenneme çeviriyor? Milyonlarca insan neden mutsuz ve huzursuz? Yoksa insan doğası, huzursuzluk ve kaosa mı daha yatkın?

***

BEYEFENDİ

Yaşadığına yabancılaşmak

Son zamanlarda, belirli, açık bir neden olmaksızın, sanki geçmişinin mezarına durmadan kazma sallarken buluyor kendini. Bir süre sonra yorulduğunu hissediyor. Dahası, acaba deliliğin sınırlarına kadar geldim mi gibilerinden irkiltici bir soru soruyor kendine. Ve sonra da o geçmişte ne ya da neler aradığını, bunun gerekli olup olmadığını sorguluyor. İşin içinden çıkamıyor. Zira yaşanmış, bitmiş, gitmiş bir zamanı geri getirmenin olanaksız olduğu geliyor hemen aklına. Geçmişi şimdiye getirip yeniden yaşayamazsın, dur. Bırak yakasını. Sonsuz bir şimdi var. Gelecek bile yok diyebilirsin. Hayat, her an, "olmayabilir" diye sertçe uyarabilir seni.

Rahatsız edici düşüncelerini bir yana bırakmak, insanların yoğun olduğu caddelerde kendi içine doğru yürümek için yola koyuluyor sonra Beyefendi. Bir dükkanın vitrininde dağınık saçlarını, ağır düşünceli yüzünü görüyor. Üzülüyor kendine. Sonra başka dükkanlar çıkıyor karşısına. Boğaza bakıyor, tanıdık manzaralara, sonradan oluşanlara bakıyor...

Çok eski zamanlardan kaldığını düşündüğü bir dükkanın önünde dikiliyor bir süre. "Sanki yüzyıllardır hayattayım" diye mırıldanıyor bakışlarını dükkandan kalabalığa çevirirken.

Ve devam ediyor:

"Yaşadıklarım neden bu kadar yabancı bana? Bu kadar uzak... Onları yaşayan gerçekte ben miydim yani? Evet, ama o zamanki bendim... Hay Allah... Bir şey daha... Acaba hedefsiz miyim ki, müflis tüccarlar gibi eski defteleri açıp duruyorum ben? Muhtemelen..."

***

İŞTE O KADAR

Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, orada güneş batıyordur.

Konfüçyüs

OKUYUNUZ

Yazar David Fromkin, "Barışa Son Veren Barış" adlı kitabında, Birinci Savaş ve sonraki ilk yıllarda (1914-1922) dünyadaki güç dengelerinin panoramasını oluştururken, büyük devletlerin yöneticilerinin masa başında bugünkü Ortadoğu'nun haritasını nasıl yeniden şekillendirdiğini anlatıyor. Açılan en yeni arşivlerle geliştirilen bu çalışma bu dönemi ve bölgeyi inceleyen en kapsamlı çalışma olma niteliğini taşıyor. Ve Fromkin, barışa son veren bir barışla tanıştırıyor okuru.