İbret alalım

Hasan Pulur’un ‘İhanet Basını’ yazısını okumayan varsa muhakkak okumalıdır. Ben bu tarihi yazıyı, “Kıbrıs’ta tarih her gün tekerrür ederken” kendi okuyucularıma sunmak istiyorum. Yazı şöyle:
“Yakın tarihimizin üzerinde en az durulan, iki satırla geçiştirilen anlaşması “Mondros Anlaşması”dır. Bu anlaşma, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nu sona erdiren anlaşmadır, Mondros’un nerede olduğunu bilen bile yoktur. Ege denizinde Limni adasının Mondros limanında demirli Agamemnon zırhlısında, İngiliz Amirali Calthorpe ile Osmanlı Bahriye Nazırı Rauf Bey arasında imzalanmıştır. Rauf Bey’in, İngiliz Amiral’den bir ricası vardır.
“İstanbul işgal edilmesin!
İngiliz Amiral söz verir.
“İstanbul’a düşman askeri girmeyecektir.”
Öyle ya, İngiliz, Fransız, İtalyan askeri düşman askeri sayılamazdı ya!

* * *

Padişah çok sevindi, Başbakan memnun oldu, gazeteler “esaret anlaşma”sını “diplomatik zafer” diye ilan ettiler.
Aydın Keleşoğlu “İhanet Basını”nda o günleri şöyle anlatır:
“İstanbul şenlenmişti. Beyoğlu’nun çiçek işlemeli mermer meyhanesinde, çalınan barış şarkıları aşk şarkılarına geçmişti. (...) Süslü binalardan salınan renkli İngiliz, Yunan bayrakları ölümün kanatlarını açıyordu yükseklerden. İnsanlar toplandı, gösteriler taşkınlıklara dönüştü”. Zafer kutlanıyordu.

* * *

Gazeteler de coşmuştu:
“Vakit: Memleket artık barış ve huzura kavuştu.”
“Tasviri Efkar: Çevresi çiçeklerle bezenmiş, üstünden güneş doğan barış.”
Herkes barış şarabını içip bir kenara sızarken bir kişi, Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan Ahmet İzzet Paşa’ya Adana’dan “geciktiren asılır” notuyla şu telgrafı çekiyordu:
“Orduları dağıtarak, İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak, İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Mondros Anlaşması’nın maddeleri devletin korunmasına kafi olmuyor.”

* * *

Peki basın, gazeteler niçin böyle bir anlaşmayı, imparatorluğu yıkan anlaşmayı göklere çıkarıyordu. Çünkü yabancılara “yandaş”tılar. Ahmet Emin Yalman,  o günün basınını şöyle anlatır:
“Gazetecilerin çoğu yabancı parası alıyor, karşılığında memlekette fitne ve karışıklık çıkarıyor. Yabancıların emellerine bilerek ya da bilmeyerek alet oluyordu. O sırada, bir yabancı devletten, bir yabancı banka ve şirketten para almak, bir gazetenin tıpkı satış gibi, normal geliri sayılıyordu.

* * *

Aydın Keleşoğlu ciddi bir çalışmayla o günün gazetelerini “İhanet Basını”nda toplamış... Eee, gün gelir bugünleri yazan biri de çıkar, biz görmesek bile, bazı televizyoncuları, bazı sivil toplumcuları, televizyondaki “kayıkçı kavgası” yapanları tanıtır.
Karen Fogg’un “şekerlerini” ne çabuk unuttunuz! Bu “şekerler”in “şekerlemeleri” de var. Hiç dert etmeyin...
Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
Hem sizin görmeniz de şart değil ki.
Tarih görsün yeter!”
Bu yazıyı okurken, Annan Planı’na evet diyelim diye dağıtılan Amerikan dolarlarını, euroları, sterlinleri “hemcep” edenler akla gelmez mi? Halen AB’nin dağıttığı paracıklar, bedava geziler, kardeş Rumlarla müşterek toplantılar, eğlenceler?
Ve Türkiye’ye dil uzatan yılan dilliler?  “Aman barış, şimdi barış” diye göbek atanlar? Dimitris’in “iki kesimli federasyon uygulanabilir değildir”  sözlerini es geçip Rum’un tek hedefinin KKTC’den ve garantilerden kurtulmak olduğunu düşünmeyenler, Girit’in elden nasıl gittiğini unutanlar ve Kıbrıs’ta Türkiye’nin hak ve hukukuna aldırmayıp, Kıbrıs’ta Türkiye’siz Türk olarak yaşayabileceklerini sananlar?
Evet! Hasan Pulur’un bu yazısını çerçeveleyip duvara assalar yeridir. Belki akılları başlarına gelir!

Yazarın Diğer Yazıları