İki ayyaş

Demokrasi ile idare edilen ülkelerde yürütme, yasama ve yargı adı altında güç dengeleri oluşturulmuştur. Bu dengeler hiçbir zaman bir birinin engelleyicisi olmayıp, aksine tamamlayıcıları olmuşlardır. Birinin yapacağı olası bir yanlışı diğeri düzeltmek suretiyle, ülkenin bütünlüğü ve halkın mutluluğu açısından demokrasinin vazgeçilmezidirler.
Demokrasinin bir gereği olan yasama organı, ülke insanının demokratik bir yaşam sürmesi için gereken yasaları çıkarmakla mükellef kılınmıştır. Tabii ki yasa çıkarma sürecinde yapılan çalışmalarda parlamenterler en mükemmeli bulma adına yarış halinde olmalıdır. Yapılacak tüm eleştiriler ise çıkarılacak olan yasaya yönelik olup, en doğru ve en güzeli bulma adına yapılmalıdır. Tüm bunlar demokrasilerin hazmedildiği, demokratik olma olgunluğunun yaşandığı ülkeler içindir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise örneğine pek de rastlanmayan bir durumdur.
Bizde de yasama organı var ve görev yapıyor. Bizde de yasalar çıkarılıyor. Bizde olan fark ise demokrasi ve demokratik anlayıştan yoksunluktur. Tüm kuruluşlarımız “mühür kimde ise sultan o” mantığı ile hareket ederek, mührü kullananın iki dudağı arasından çıkacak söze bakarak, dudak okuyuculuğu yapıyorlar.
O mührün sahibinin söylediği tartışılmaz ve isteği geri çevrilmez. Aksini yapanlar ise bulundukları kurumlardaki makamlarını ancak rüyalarında görebilirler. Bu nedenledir ki tüm yollar yürütmenin başında birleşir. Bu durumdan dolayı da Deli Dumrul hikâyesinde olduğu gibi uygulamalar olur. Yani geleni de gideni de hükümetin emirlerine uymak zorundadır.
Bunun en yakın yansıması ise kısa zaman önce Başbakan’ın, milli içkimiz ayran sözleridir. Bu sözün ne anlama geldiğini halk tartışırken, dudak okuyucular olayı kavrayarak, TBMM’de görüşülmekte olan torba yasaya yaptıkları bir ilave ile ülke genelinde alkollü
içki satışları ve kullanımında bazı sınırlamalara gidildi.
Anlaşılan o ki Başbakan emri verdi ve partisinin meclisteki çoğunluk oylarıyla gereği yapıldı. Yapılan doğru muydu? Tabii ki her zaman yapılanlar gibi demokrasi ve demokratlık adına yanlıştır. Yasalar emirle çıkarılmamalıdır. Halk için, geleceğimiz adına seçtiklerimizin mutabakatıyla çıkarılmalıdır. Sakın ha mutabakat sağlanamıyor denmeye kalkışılmasın. Vekiller kendi çıkarları için nasıl mutabakat sağlıyorsa, halkın çıkarları için de sağlamalıdır. Kaldı ki yapılması gereken bu iş, vekillerin aslı görevleridir.
Maalesef meclisteki yasa görüşmelerinde yasa ile ilgili konuların dışında her şeyin konuşulduğuna şahit oluyoruz. Hatta daha da ileri gidilerek eski çamaşırlar ortalara dökülüp, mahremlere girilerek sinkaflı sözlerle yapılan saldırılar, izleyenleri utandırmaktadır. Galiba bizim vekiller demokrasinin bu olduğunu sanıyorlar.
Tekraren bir gece operasyonuyla çıkarılan alkol yasasına dönecek olursak, yetersiz bulmakla birlikte millet lehine yapılması gereken bir konuda en azından bir adımın atıldığına şahit oluyoruz. Siz bu ülkenin yüzde doksanı Müslüman diyeceksiniz, inançlarımızın yasakladığı konuya duyarsız kalacaksınız. Bu yapılmaması gereken bir yanlıştır. Ayrıca alkol alınmasının insan sağlığına verdiği zarar ilmen de ispatlanmıştır. Dini konuda duyarsız olanların en azından ilme saygı duymaları gerekir.
Sigaradan hiç de aşağı kalmayan bir zarara sahip olan alkolün, herkese çiklet satılır gibi satılması ve her yerde kullanımının serbest olması gelecek nesillerimiz için pek de iyi bir örnek olmadığı gibi büyük tehlike de arz etmektedir. Nitekim bu durum yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Alkol tüketim yaşı 10 yaşına kadar inmiştir.
Ancak yasa ile ilgili olarak başbakanın “daha önce iki ayyaşın çıkardığı yasa” sözünü kimler için söylediğini açıklayamaması ve parti sözcüsünün öylesine söylenmiş sözler diyerek geçiştirmeye çalışması çok yakışıksız olmuştur. Bundan önce çıkarılan alkol yasası 22 Mart 1926 yılında İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu dönem çıkarılmıştır.
Kastedilen bu büyüklerimiz ise Başbakan unutmasın ki bugün oturduğu koltuk onların armağanıdır. Eğer hakaret ettiği o günün Meclisi ise kendisi de o ulvi kurumun bir üyesidir. İnsan ekmeğini yediği ve yetkisini kullandığı yere hakaretler yağdırıyorsa buna siyasetçi denmez. Ayrıca bu ülke ne dediğini bilmeyen bir Başbakan da hak etmiyor. Başbakan sözlerine derhal açıklık getirmeli ve layık olmadığı kurumdaki görevini bırakmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları