Ilımlı İslamcılar ve ılımlı turizmciler (1)

Başlığa bakıp  “Ilımlı İslam ile Ilımlı Turizm” in ne alakası var demeyin. Kırk yaşıma bir birkaç ay kala kafam o kadar karışmış durumda ki, 80 öncesinin çocukluk yıllarımda yetiştiğim ortamlardaki gelenek ve göreneklerimizle bugünleri karşılaştırmakta büyük zorluklar çekiyorum. Kültürel alanlardaki yozlaşmanın hızlı bir şekilde yol almasında nelerin etkin olduğunu düşündüğümde de hemen aklıma iki nokta geliyor. Birincisi 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrası devlette etkin görevler verilen Turgut Özal’ın yaptıkları.
Hiç unutmuyorum, ilçemizin kahvehanesine ilk televizyon ve daha sonra da video oynatıcı alet geldiğinde kendilerini dindar sayanlar, televizyona sırtlarını dönüp otururlardı. Ona bakanları da kâfir olmakla suçlarlardı. Derken Özal birden etnik ve dinsel söylemleri ön plana çıkarmaya başladı. Herkesin hatırlayacağı gibi yarı Kürt ve Nakşibendi cemaatine üye olduğunu beyan ederken, o zamanki liboşlar tarafından bu söylemler insan hakları ve demokrasi için büyük kazanımlar olarak gösterildi.
“Kökü dışarıda, işbirlikçileri içeride olan”  İslam düşmanlarının, Milli duyguları sarsılmamış olan, dinci olmayan ama dindar olan Türk insanı üzerindeki operasyonları da yine bu dönemde başlatıldı. Televizyonu gavur icadı, onu seyredeni de kâfir ilan eden zihniyetin  “ehlileştirilmesi”  için güzel bir kılıf kullandılar.  “Müslüman televizyon kanalları”  yayın hayatına başladı, başları kapalı olan bayanlar bu kanallarda baş göstermeye başladılar, dinî ve geleneksel konuları ön plana çıkaran programlarla kısa sürede iyi bir izleyici kitlesi yakalayan bu televizyon kanalları, büyük bir sermaye gücünü de ellerinde topladılar.
“Müslüman Televizyon Kanalları”  sayesinde on yıl gibi kısa bir sürede sırtını televizyona dönüp oturan kitle, bu kanallardan başka bir televizyon kanalına bakmaz hale getirildi. Plan tutmuştu, şimdi başörtülü kadın programları yerine, ilişkileri ile sürekli sansasyon yaratan tiplere program yaptırarak yozlaştırmanın ilk adımları atılabilirdi. Böylece, dinî ve geleneksel konuları ön plana çıkararak yer tutan bu kanallarda her ay başka birisi ile aşk yaşayan, evlenip bir kaç ay sonra boşanan  “sanatçılar?”  milyon dolar verilerek program yapmaya başladılar.
Derken bir de baktık, artık bu kanallarda dinî programlar yalnızca dinî gün ve bayramlar sırasında yayınlanmaya başladı. Milli duyguların ön plana çıkarıldığı, vatanın bölünmez bütünlüğü konusunda bir çift söz etmez oldular. Bu programlarda, adı  “diyalog”  olan ve yalnızca sanki Müslümanların başka dinlerden olanlara göstermesi gereken  “hoşgörü” propagandası yapılmaya başladı.
Ama bunu yaparken yine tarafsız davranmadılar, Müslümanlığı din olarak görmeyen ve hatta Müslümanları Muhammedci diye aşağılayan Hıristiyan ve Yahudileri,  “dinlerarası diyalogun tarafı kabul edip, basın ve yayın aracılığı ile servis ettiler.”
Bu gruba bir de  “Ilımlı Turizmciler”  katıldı. Bunlar için vatan topraklarının, milletin vergisi ile yapılan turizm tesislerinin, yat limanlarının, ormanların, koyların yabancılara satılması hiçbir sorun teşkil etmez. Yabancıların turizmi bizden daha iyi bildiklerini bile gururla söylerler, kendi vatandaşı işsiz gezerken turizm sektöründe yabancı kaçak çalışanların önünü açacak yasaların çıkması için siyasileri devreye sokarlar.
Ortak özellikleri mi? Her iki grup da emperyalizmin emrine amade olmuştur ve gözleri paradan başka bir şey görmez.

Yazarın Diğer Yazıları