Ilımlı islamcılar ve ılımlı turizmciler (2)

Geçen haftaki yazımı, “Ilımlı İslamcılarla ılımlı turizmcilerin ortak özellikleri mi? Her iki grupda emperyalizmin emrine amade olmuş ve gözleri paradan başka bir şey görmez” diye tamamlamıştım. Bu yazımda da her iki grubun ortak özelliklerini incelemeye devam edelim.
İcazeti başkalarından alanların ancak yapabilecekleri uygulamalara diğer bir örnek olarak, Lübnan’ın İsrail tarafından 2006 yılında işgal edilmesinden sonra, Türkiye’ye gelen Lübnanlı turist sayısında gözle görülür bir artış olurken, İsrail işgalinden sonra (yine icazet merkezlerinin yönlendirmeleri doğrultusunda) bir anda dönemin yetkilileri, Lübnanlılara ülkemize giriş yasağı getirdiler.
Tabii ki bu uygulamaya gerekçe olarak “olası terörist saldırılar” gösterildi. Türkiye’ye Lübnan merkezli bir terörist saldırının olduğunu hiç duymamıştık, ama stratejik ortakların verdikleri istihbarat doğrultusunda, bütün Lübnanlılar tecrit edilir gibi bir uygulamaya maruz bırakıldı. Oysaki ülkemize gelen turist sayısını artırmak için her yıl milyonlarca doları “tanıtım” adı altında har vurup harman savurur iken, hiç tanıtım yapmadığımız Lübnan’dan turistlerin gelmesi, Türkiye turizmi için bir kazanım olarak kabul edilmeliydi.
Aynı taleplerin İranlı turistler içinde geçerli olmasını, “stratejik ortaklarımızın?” istediklerini gözlemledik. Ilımlı İslam çizgisinde epeyce bir yol alan ve uygulamalarıyla “İslam’ın ve Müslümanların aleyhine olan” bütün karar ve uygulamaların “dinlerarası diyalog” kılıfı ile “dinci” Müslümanlar tarafından, “dindar” Müslümanlara kolayca yutturulmasını anlamakta zorluk çekiyorum.
Daha düne kadar “Batı Taklitçileri” diye kendilerinden olmayan herkesi neredeyse “Batının uşağı” ve “İslam Birliği karşıtı” ilan edenler şimdi “Ilımlı İslam” propagandası yapanlar değil miydi? O zaman, dünyada şu kadar Müslüman ülke var, onlarla neden ekonomik ve stratejik ortaklıklar kurmuyoruz, neden işbirliğimizi geliştirmiyoruz, söylemlerine ne oldu?
Dünyada 1,5 milyar Müslüman var, dün “Müslüman ülkelerle işbirliği” konusunda söylediklerinde samimi oldukları düşünülen ve kendilerine milyonlarca oy verilenlerin, bugün ülkeyi yönetenler olduğunu görüyoruz. Samimi olsalardı, yalnızca Müslüman ülkelerden ülkemize gelen turist sayısında, müthiş bir artış olması gerekirdi.
Lübnanlılara ve diğer Müslüman ülkelerden turist olarak ülkemize gelecek turistlere karşı, uygulamaya konulan yaptırımlar konusunda, ülkemizin “Ilımlı Turizmcilerinin” başında gelen TÜRSAB’tan (Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği) hiçbir eleştiri gelmedi. Ama aynı TÜRSAB yöneticileri, konu Hıristiyan ve Yahudi siyasetçilerin Müslüman ülke ve toplumlar üzerinde yapmaya çalıştıkları operasyonun birinci ayağı olan “dinlerarası diyalog” operasyonunda ne tarafta olduklarını, İstanbul’da düzenledikleri “iftar yemeğinde” gösterdiler.
İstanbul’da kurulmuş olan ve çoğunluğunun hedefinde, “Hac pastasından” daha büyük parça kapmaktan başka bir düşünce olmayan acentelerin ve onların desteklediği zihniyetin, şimdi de Hıristiyanları Türkiye’deki kiliselere taşıyıp “Hıristiyan hacıların” sayısını nasıl çoğaltırız ve şirketlerimiz için bu işleri nasıl bağlarız diye “dinci diyalogcularla” sıkı bir dirsek temasında olduklarını gözlemliyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları