İlla da bir yerde görünmek

İnsan elbette insan yerine konulmak ister. Değerli biri olduğunu hissetmek ister, kimisi ise önemli olmayı da yeterli bulur. İnsan kendisinden söz edilmesini ister. Başarılarını sergilemek ister. Takdir edilmek ister insan. Sevinçlerini paylaşmak ister. Beni dikkate alın diye haykırır aslında yapıp ettikleriyle. Bazıları ise bu normal insani durumlarla yetinmez. Yüksek egosunu tatmin etmek için olmadık yollara başvurur. Olmadık şaklabanlıklar yapar. Yaptığı ettiği her şeyin çok önemli, eşi bulunmaz olduğunu sanarak insanların gözünün içine sokmaya kalkar. Herkesten daha zeki olduğunu kanıtlamak için çırpınır. Herkesten daha mutlu olduğunu düşünür ve bunu gösterir. Ve buna da herkesten daha çok hakkı olduğuna inanır. Bu dünyada eşi bulunmaz bir birey olduğunu kanıtlamak için adeta devasa bir ateş yakar. Ve o ateşin sönmemesi gerekmektedir. Ateş ise, durmadan odun, kömür, kağıt, yaprak, tahta, çaput, tiner, kolonya, alkol, yanıcı ne varsa artık talep eder. Ve öyle bir zaman gelir ki, ateş yorar sahibini. Zira onca malzemeyi sürekli olarak el altında bulundurmak, değilse yaratmak, bulmak gerekmektedir. Hatta çalmak...

Devam... Eski, yakın ve şimdiki zamanlarda bir yazar, sanatçı hastalığı vardır mesela. İlle de bir yerlerde görünmek zorunda hisseder kendini bu zevat. Onlar yazmazsa, diğerleri ise ortaya bir kıymeti kendinden menkul "sanat" eseri koymazlarsa memleket batar mazallah! Memleketin onların ürettiklerine mutlak ihtiyacı vardır. Memleket için hayat memat meselesidir bu iş. Ve bu insanlar, bir yerlerde görünür olabilmek için kişiliklerini bile son dirhemine kadar pazara sürer ve kepaze ederler kendilerini.

Tıpkı, sosyal medyada kendilerini paralayan yazının girişindeki "daha az eğitimli" karakterler gibi...

BEYEFENDİ

Zamanın aslan payı...

Altmışlı yaşlara merdiven dayadığını her duyumsadığında keyfinin kaçtığına daha sık tanık oluyordu. Koca bir hayat diyordu her seferinde içinden, geçip gidiyor işte. Çoğu gitti bile, gerisi uzatmalar... Elbette pişmanlıkları, hayal kırıklıkları vardı. Her insan gibi derdi bunlar aklına geldikçe. Ama dedi sitemle, normal zamanından bir saat kadar erkenden kalkıp da soğuk suyu yüzüne çarparken aynaya baktığında, hayatı hayat yapan zaman değil mi? Acı bir gülümseme yayıldı yüz hatlarına. Ve sonra, Evet öyle tabii ki dedi, tuhaf bir şaşkınlıkla. Yüzünü yıkadı. Kurulandı. Bir kahve ne kadar da iyi giderdi şimdi diye geçirdi içinden. Ve zaman geldi aklına. Ve saate baktı. Var bir süre daha dedi. Birazdan ufak bir kahvaltı da yaparım. Belki duşu daha sonra alırım. Yoksa önce mi alsam? Akşamdan ütüyü yapmıştım. Evden çıkabilmek için yapmam gereken öteki işler fazla zamanımı almaz. Rahatladı azıcık da olsa. Birkaç zeytin attı ağzına. İki muz da ekledi nevaleye. Birkaç dilim beyaz peynir. Üç beş adet kuru kayısı. Sonra aklına düşen kahveyi hazırlamaya koyuldu. Ve üç beş dakika sonra attı kendini koltuğa. Duş bekleyebilirdi. Ardı ardına küçük yudumlar aldı kahveden. Nefisti kokusu. İçinin derinliklerine hapsetti kokuyu bir süre. Ve kapandı göz kapakları...

Ve dedi ki içinden:

"Bu hayatta güya en değerli benim. Ve ben yoksam hiçbir şey yok, öyle değil mi? Peki beni hayatta tutan ne? Zaman. O olmazsa hayatta olamam. Ama bir sakatlık yok mu bu işte usta? En değerli sensin. Ve sana verilen en değerli hazine ise zaman. Ve o zamanı işine, yollara, başkalarına, boş ve anlamsız işler için harcıyorsun. Onun aslan payını ne zaman kendine ayıracaksın ey fani..."

Gözlerini açtı. Ve bir karar verdi Beyefendi. Artık zamanının aslan payını kendisi alacaktı...  

İŞTE O KADAR

Yaşam ince bir cam gibidir, hiç beklenmedik bir anda kırılabilir.

Lev Tolstoy

Yazarın Diğer Yazıları