İmam Ronaldo işi bitirdi!..

Bugün için verdiğim sözü yerine getiriyorum. Pazar mavrasını fıkralarla süslemek güzel olacak. Orhan Ayhan'la programında Eyüp Karadayı'yı izledikten sonra bu kanıya vardığımı itiraf  etmeliyim. Daha önce Mahmut Baler -Bal Mahmut- ve Cenk Koray gibi "usta fıkracılarla"la tanışma şansım olmuştu. Tesadüfe bakın bugün Cenk Koray büyüğümün öldüğü gün -vefatlarda yıldönümü lafını sevmem- Onunla tanışmamız 1968'leri bulur. "Ekran Eleştirisi" köşemle birlikte dostluğumuz ağabey-kardeş ilişkisine dönüştü.. Kader sonunda bizi Akşam gazetesinde biraraya getirdi. Odalarımız yanyanaydı. "Günaydın" der demez, peşinden patlattığı yepyeni fıkralar içimi ısıtırdı. Unutmam mümkün değil. Çünkü onun vefatının ilk yılında torunum Cenk Koray dünyaya geldi. Gün ve ay aynı saatler farklı. Fıkra anlatmadığı günler ise mutlaka yanında hoş bir bayanla gelir hava basardı. Sorduğu soru da hep aynıydı;"Burhan yemekte ne tatlısı var?" Bilmeyenler için bilgi vereyim; Türk Medya Grubu'nda mönüyü hazırlayan ve mutfağı denetleyen bendim. Tekrar Cenk Koray'a gelecek olursam, anlattığı fıkraların tamamı "belden aşağı" idi. Bir kez daha rahmet dileklerimi yolluyorum.

Mahmut Baler'in tarzı değişikti, genellikle tarihten beslenirdi. Bu yüzden babamla çok iyi dosttular.

Bir başka fıkracı

Dün Eyüp Karadayı'nın TRT Spor'da fıkra anlattığını yazmıştım. Salim Yavaşoğlu kardeşimin ısrarıyla ona anlattım. Bu güzelliği sizlerle de paylaşacağım:

Rize ile Trabzon arasında her yıl geleneksel bir maç yapılır. Şimdi siz, "Yahu bunların oyunları tek müsabaka olur mu?" diye soracaksınız. Bunun özelliği, imamlar arasında olması. Tesadüfe bakın ki hep Rize kazanmaktadar. Trabzon'un ileri gelenleri toplanır ve çözüm ararlar. Futbolu bırakan gol kralları Hami Mandıralı'nın oynatılmasında karar kılınır. Önce cübbe, sarık ve tesbih işi halledilir. Sonra sakal konusu. Gün gelir takım  Rize'ye yollanır. Dönüşte kafiledekilerin kafaları kalkmamaktadır. Meraklılar atılır; "Ne oldi?". Cevap ise tek kelimedir:"Yenilduk!". Bu defa sorular yağmur gibi gelir:

- Hami oynamadi mu?

-Oynadi

- Eee?..

- İki de gol atti...

- Peki niçün gaybettuk?..

- Rizeliler yeni bir imam bulmuşlar, onu oynattilar. Adı Ronaldo... Beş tane çakti!..

Öğütler

Fıkra anlatmanın kuralları vardır. Bunların bir bölümünü Eyüp Karadayı'nın "Ayıptır Söylemesi" isimli kitabından aktaracağım:

*Durun size bir fıkra anlatacağım diye ortaya atılmayın. Uygun ortamı bekleyin.

*Fıkraya başlayınca önce siz gülmeye başlamayın.

*Fazla ayrnıntıya girmeden mümkün olduğunca kısa cümleler kullanın.

*Aynı fıkrayı sakın aynı kişilere ikinci defa anlatmayın.

*Siz de ikinci kez duyuyorsanız, ilk defa duyuyor gibi ilgiyle dinleyin.

*Espriyi kavrayamayıp, "Eee, sonra ne olmuş?.." diye soran çıkarsa sakın moralinizi bozmayın.

Rakip olurdu

Pek çok meslektaşımız Karadayı'yı övgüyle anlatır. Onun için en güzel yakıştırma Ali Sami Alkış'a aittir: "Fıkraların Homeros'u"

Yine onun dediği gibi mimik ve ses tonlarını yazılarda yapamıyorsunuz. Eğer fıkralarını DVD'de anlatsa Cem Yılmaz ve Ata Demirer'e çok ciddi rakip olurdu.

Kapanış fıkrası

İki arkadaşlar... İkisi de büyük takım oyuncusu... Biri trafik kazasında ölür. Geride kalan ötekini çok özlemektedir. Nitekim bir gece rüyasına girer. Karşılıklı hal hatır sorarlar. Öbür taraftaki der ki:

- Ben seni buradan izliyorum. Halimi sorarsan fena değilim. Hatta sana bir iyi, bir de kötü haberim var.

-Sen iyiden başla.

-Geçtiğimiz cumartesi Cehennem'le yaptığımız maçı 3-0 kazandık, 2. golü ben attım.

-Tebrik ederim. Peki kötü haber?..

-Bu haftaki maç kadrosuna seni de aldılar, hazır ol!..

Yazarın Diğer Yazıları