İngiltere "çıkalım" diyor peki biz ne diyoruz?

Birleşik Krallık, İngiltere Başbakanı Cameron'un seçim taahhüdüne dayalı olarak gidilen referandumda %52 oranı ile AB üyeliğini sonlandırma kararı aldı. Krallığın İskoçya ve Kuzey İrlanda kısmında kalmak isteyenlerin daha yüksek olduğu görüldü. İngiltere (1) Küresel güç alanında yeni bir konumlanma istiyordu. (2) Avro Bölgesi'ndeki finans krizinin yükünü taşımak istemiyordu. (3) Almanya ve Fransa'nın odağında yer aldığı böyle bir birliğin tarihsel çıkarlarıyla örtüşmediğine inanıyordu. İngiltere'nin bu temel çekinceleri saklı kalmak üzere çıkan sonuç, etkili bir propaganda sistemiyle algının nasıl yönetilebildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ancak bu kararın hayata geçmesi en az 2 yıl sürecek. AB uzmanı Dr. Art Loubert, Milliyet'ten Abbas Güçlü'ye verdiği röportajda önemli bir ayrıntıya işaret ediyor. "İngiltere referandumda ayrılmaya karar verse bile bu iki yıl sürer! Arada vazgeçme durumu yaşanabilir"diyor. Belki de böyle olacaktır. Ancak kim ne derse desin İngiltere bu kararla AB genişleme sürecini tamamen durdurmuştur. Artık AB nezdinde 3. ülke muamelesi görme arifesinde olan bir İngiltere vardır.

Türkiye'nin durumu...

İngiltere Başbakanı Cameron ülkesindeki referandum öncesinde "evet" yanlısı muhalefetin "Türkiye AB'ye girecek", "Türkiye'nin yer aldığı AB ordusu kurulacak" şeklindeki propagandaları sebebiyle "Türkiye'nin gelecek 30 yılda AB'ye katılabileceğini söyleyecek tek bir uzman bulamazsınız. Katılım için 35 müzakere başlığı açıp kapatmalısınız. Türkiye sadece bir başlığı kapattı. Bu hızla 3000 yılında üye olur" açıklamasında bulunmuştu. AB'nin Türkiye'ye olan tavrını özetleyen bu iki yaklaşımın birbirini bütünlediği söylenebilir. Gerçekten AB ülkelerinde özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere'de 80 milyonluk Türkiye'den endişe duyan geniş kesimler bulunduğu biliniyor. Üstelik "AB bir Hristiyan birliğidir" sözü Türkiye'de yaygın bir kanaat olduğu gibi Avrupa'da da Türk düşmanlığı için kullanılan bir araç haline gelmiş durumda. Cameron'un bu sözleri ise yeni değil. Türkiye'nin AB üyesi olamayacağını daha önce de Avrupa'da pek çok başbakan söylemiş ya da ima etmişti. Sorun bizim bunu bir türlü kabul etmiyor olmamızda... Geçenlerde katıldığım bir tartışma programında AB'ye gir(me) sürecine karşı olduğumu söyleyince bu sözlerim "Avrupa karşıtı" olarak sıkıştırılmak istendi. Bu yaklaşım ülkeye bir fayda getirmez. Ne olduğumuzu, nerede durduğumuzu ve nereye varacağımızı farklı görüşlerle iç içe analiz etmek durumundayız.

Elbette Avrupa'yla iyi ilişkiler kuralım. Kurmak da zorundayız zaten. İhracatımızın neredeyse yarısı bu ülkelerle gerçekleşiyor. Avrupa'da milyonlarca Türk yaşıyor. En önemlisi yapısal, teknolojik ve sosyo-kültürel bir takım transferlerle kendimize ait bir işbirliği alanı yaratmamız gerekiyor. Bu konuda Avrupa sahası ince eleyip sık dokuyarak gidebileceğimiz önemli adreslerden birisi. Yeter ki medeniyet ve kültür arasındaki ince çizginin farkına varabilelim. Bu hususta Ziya Gökalp ve ardından Erol Güngör'ün yaklaşımları yol başçılarımız olmalıdır. Medeniyet sahasında iyi olanlar kültüre yansıtılmalı ve her medeniyetin oluşumu millî bir kültür üzerine inşa edilmelidir. R. H. Lowie "Sümerler ne zaman kendi yazılarına benzeyen bir Akat işareti görmüşlerse manasını alıp daima kendi kelimelerine vermişlerdir" diyor. AB'ye girememe süreci başka bir tartışma konusu olmakla birlikte Avrupa konusundaki ikircikli durumun sebebi Sümerlerin bu uygulamasını hayata geçiremiyor olmamızda aranmalıdır. Değilse Türkiye'de AB sürecinin yanlışlığını ortaya koyan çoğunluk bir kesimin Avrupa'ya yüz çevirmek istediğini iddia etmek mümkün değildir.

Peki bu gelişmeler karşısında biz ne diyoruz? Aslında söylenecek çok şey var ama bugün için şu şekilde özetleyelim:

Avrupa ile sağlam ve iyi ilişkilere EVET, bu şekilde AB'ye giriş sürecine HAYIR...

Bizim dünyamız Türk Dünyası ve "Dilde, fikirde, iş'te birlik" diyerek önü açık bu iş birliğine EVET diyoruz...

Yazarın Diğer Yazıları