İnsan Hakkı Yaşama Hakkına Saygıyla Başlar

Bir canlının en önemli hakkı, yaşama hakkıdır. İnsana yaşama hakkı tanımadan başka hak ve özgürlüklerden faydalandırmaya çalışmak anlamsızdır. Bugün dünyanın birçok bölgesinde hak ve özgürlük kisvesi altında katliamlar yaşanmaktadır. Eğer evrensel bir değeri, bir zümrenin uhdesine bırakırsanız, artık o değer evrensel olmaktan çıkar ve kişisel bir durum halini alır. Ne yazık ki; tüm dünyada temel hak ve özgürlükler konusunda yaşanan sorunlar, evrensel değerlerin bir grubun eline teslim edilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır. Baskın güçler, kendi çıkarlarına uygun bulduğu toplumlar için demokrasi ve insan hakkını öngörmekte, bunun dışındaki toplumlara ise yaşama hakkı dahi tanımamaktadır.
Biz Türkiye Kamu-Sen olarak yüreğimizde Irak’ta dökülen kanın sızısını duyuyoruz. Biz dağlık Karabağ’da yaşanan Hocalı soykırımına ve Bosna’daki katliama  ağıtlar yakıyoruz.  Kerkük ve Musul’da, Suriye’de, Kızıl Çin’in Özerk Uygur Bölgesinde, Filistin’de, Gazze’de,  Arakan’da yaşananlara ağlıyoruz. 1974 Kıbrıs Harekâtından önce Türklere yapılan soykırıma varan etnik temizlik mezalimini unutmuyoruz. Biz Batı Trakya ile hüzünlenir, Bulgaristan Türklüğü’nün geldiği noktayı görünce mutlu oluruz. Doğu Türkistan boğazımızda düğümdür. İran Türklüğünü unutmayız, unutamayız. Batı Türklüğüne karşı Avrupalı ülkelerin yürüttüğü asimilasyon temelli entegrasyona, inançlarımıza ve dilimize karşı yürüttüğü anlaşılmaz tutuma hep birlikte hayır diyoruz ve demeye de devam edeceğiz.
Bu nedenle öncelikle yaşama hakkına inanırız. Yaşama hakkı topluma, onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan, insanca yaşama hakkının sağlanması için gerekli hukuksal örgütlenmesini kurarken, diğer yandan da toplumda var olan ekonomik, sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve gerçek hayat şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bunun için kanunlar çerçevesinde her türlü önlemi almak zorundadır. Yaşama hakkı öyle önemlidir ki, vatandaş için devletin varlığı anlamına gelir. Devlet yaşama hakkının korunması için, hem hukuksal düzenlemeler yaparak bu hakkı güvence altına alır, hem de ekonomik ve sosyal yönden önlemler alarak insanca bir hayat sağlamak için gerekli şartları hazırlar.
Türkiye Kamu-Sen olarak örgütlenme ve hak arama mücadelemizi temel insan hakkı olarak kabul etmekte, kutsal bir hak olarak telakki etmekteyiz. Bu hakkımızı kullanmak noktasında, ülkemizdeki düzenlemeleri ve uygulamaları uluslar arası sözleşmelerle belirlenen standartlara çıkarmak için mücadele vermekteyiz. Ülkemizi yönetenlerden talebimiz, uygar toplumlarda olan ekonomik, sosyal ve sendikal hakların ülkemiz çalışanlarına da sağlanması yönündedir. Bugün ülkemizde ve dünyada sosyal hayatta insan hakları konusunda büyük ilerlemeler kaydedilirken; en büyük insan hakkı ihlalleri çalışma hayatında yaşanmaya başlamıştır. İnsanca yaşama hakkı öncelikli olarak, çalışma hakkı ve kişinin kendisi ve ailesini geçindirmeye yetecek ve insanca yaşayabilecek düzeyde bir ücret alma hakkının sağlanmasıyla mümkündür.
Ülkemizde son yıllarda kamu çalışanlarına yapılan baskılar, örgütlenme alanında yaşanan zorluklar; iktidarın keyfi ve taraflı tutumu sonucunda insan hakkı ihlali boyutuna ulaşmış durumdadır. ILO’nun 200’e yakın sözleşmesi arasında yalnızca 7 tanesi insan haklarıyla ilgilidir. İnsan haklarıyla ilgili 7 sözleşmenin ikisi ise örgütlenme ve toplu pazarlıklarla ilgili 87 ve 98 sayılı sözleşmelerdir. Buradan anlaşılacağı üzere toplu sözleşme ve grev hakkı yalnızca iş hayatı ile ilgili bir olgu olmanın ötesinde, insan hakkı olarak tanımlanmıştır.
 ILO uzmanlar komitesi ise grev hakkının, sendika hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısı ile grev hakkı olmayan bir uygulama, tam anlamıyla bir sendikal özgürlük değil aksine bir insan hakkı ihlalidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 23. maddesinde; “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir hayat sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır”  denmektedir.
Günümüzde değişen toplumsal ve ekonomik yapı nedeniyle, insanların büyük çoğunluğunun yegâne yaşama kaynağı, sahip oldukları “iş” ve elde ettikleri “gelir” dir. Dolayısı ile en temel insan hakkından biri olan çalışma hakkı, giderek daha hayati hale gelmektedir. İnsan Hakları Haftasını kutladığımız bugünlerde, çalışanlarımızın temel hak ve özgürlükler konusunda yaşadığı sorunların görmezden gelinmesi ve insan hakkının kültür, dil, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlarla sınırlı tutulması doğru değildir. Eğer çağdaşlaşmaktan söz edeceksek, insanca yaşama hakkından söz edeceksek, sendikal hak ve özgürlükleri bir tarafa bırakamayız.
Küreselleşen dünyada, küresel sermayenin, çalışanların elinden insanca yaşama hakkını almaması için her çalışana kendisi ve ailesinin insanca yaşamasına yetecek kadar ücret alması hakkını vermek zorundayız. Bütün evrensel değerler, Türk memurunun toplu sözleşme ve grev hakkını birlikte elde etmesi; örgütlenme özgürlüğünün verilmesi ve çalışma hürriyetinin sağlanması yolundadır.
Bizler insan hakkı gibi kavramları; demokrasi, özgürlük gibi erdemleri birilerinin tekeline bıraktığımız sürece bu sorun devam edecek, bu kimseler adaleti, kendi çıkar ve inançları doğrultusunda dağıtacaktır. Unutulmamalıdır ki; insan hakkı kisvesi altına sığınıp, katliam yapanlar karşısında; yaşama hakkını kullanmak isteyenlerin verdiği mücadele daha kutsal, daha erdemli ve insan haklarına daha uygundur. Bu nedenle insan haklarından bahsederken, yapılması gereken ilk şey, insan hakkını, zümrelerin, grupların ya da sermayenin tekelinden kurtararak, gerçek sahibi olan insana teslim etmektir.

Yazarın Diğer Yazıları