İslâm ve düşünce

Yüce dinimiz İslâm, “düşünme”ye çok değer vermiştir. Kur’an ve sünnet incelendiğinde birçok âyet ve hadiste tefekkürün önemine işaret edilmiş olduğu görülür. Söz gelimi, Bakara Sûresi’nde şöyle denilmektedir: “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde (...) düşünen bir topluluk için nice deliller vardır.”  (2/160) Hz. Peygamberimizde: “Bir saat tefekkür bir yıl ibadetten daha hayırlıdır” buyurur. Ancak, maalesef, bizde tefekkür/düşünce doğru anlaşılmamış bir kavramdır.
Öncelikle belirtelim ki İslâm âlimleri “tefekkür”ü dînî ve uhrevî meselelere hasrederek mücerret düşünceyi dondurmuşlardır. Böylece toplumun-özellikle de aydınların-düşünmek, fikir üretmek, düşünce ile ölümsüzleşmek gibi bir derdi olmamıştır. Hatta biz düşünmeyi akla zarar saymışız. Düşünen adam heykelini Bakırköy Akıl Hastanesi’nin önüne dikişimiz sebepsiz değildir.
Anlatacağım şu hikâye, düşünmeye bakış açımızı çok güzel yansıtmaktadır: Eskiden meşhur bir doktor varmış. Her hastalığı tedavi edermiş, halk da sağlıklı bir şekilde yaşarmış. Ama belli bir müddet sonra gayet tabii doktor yaşlanmış. Halk telaşlanmaya başlamış. İçlerinden bir grup gidip yaşlı doktora demiş ki: Efendim, ne güzel, bizlere şifa dağıtıyorsunuz, lakin dünyaya her gelen bir gün ölümü tadacak. Allah gecinden versin, siz ölürseniz bizler ne yaparız? Hastalıklarla ilgili bilgi ve tecrübelerinizi yazsanız, kitap haline getirseniz, siz öldükten sonra biz o kitaptan faydalansak olmaz mı?
Doktor: “Gayet tabii, olur fakat ben ölmeden önce o kitabı açmayacaksınız, şartım bu, yarın sabah gelip kitabı benden alabilirsiniz” der. Ertesi gün gelirler, doktor bohçaya sarılmış kalın bir kitabı heyete teslim eder. Heyettekiler “Doktor bir gecede bu kalın kitabı nasıl hazırladı” diye şaşırırlar. Uzatmayalım, bir müddet sonra Doktor Hakk’ın rahmetine kavuşur. Bohçayı açarlar, kalın bir kitap, lakin bütün sayfaları boş. Sadece son sayfasında şu cümleler yer alıyor:
“Ayaklarını sıcak tut başını serin // Kendine bir meşgale bul, düşünme derin.”
Anlaşılan o ki biz her hâlükârda düşünmeye mesafeli durmuşuz. Düşünen insanlarımız da daha çok ya cennetteki huri-gılmanları düşünmüş ya da cehennemde nasıl yanacağını’85
Keşke tefekkürü sadece ahiret hayatına hasretmemiş olsaydık. Keşke düşünmeyi kara kara düşünmek olarak değil de, fikir üretmek yahut vicdan muhasebesi yapmak diye anlayabilmiş olsaydık. Ve nihayet keşke düşünceyi Hz. Mevlanâ gibi anlayabilseydik:
“Ey birâder tu hemânendîşeî//Mâ-bakâtûüstühân u rîşeî”
(Ey kardeş, sen düşüncesin ancak; ondan başka neyin varsa et ile kemiktir.)
Gerçekten de insan düşünceden ibarettir. Diğer canlılara bakın, yerine göre onların eti de derisi de bir kıymet ifade eder. Ama insanoğlunun ne eti yenir, ne de derisi giyilir. İnsanda paha biçilecek tek şey varsa o da düşünceleridir. Yazık ki bizim hâlâ “düşünce” deyince aklımıza “kara kara düşünmek” geliyor...

Yazarın Diğer Yazıları