İslâmcılık tartışmaları üzerine...

İslâmcılık tartışmaları gazete köşelerinde büyük bir hızla devam ediyor. Öyle ki tartışmayı başlatan Ali Bulaç bile çoktan sollandı. “Tartışma”nın önemi, mahiyeti ve gerekliliği üzerine birçok yazı yazmış birisi olarak elbette bu münakaşaların faydalı olduğu kanaatindeyiz. Namık Kemâl’in ifadesiyle: “Bârika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan doğar.” (Hakikat şimşeği fikirlerin çarpışmasından doğar.) Ancak, İslâmcılık tartışmasının kıyıda köşede seyrettiği, bir türlü öze giril(e)mediği, bu sebeple tartışmanın “dedim-dedi”ye (kîlükâl hatta bir kalem kavgasına (Önceki gün yazdığı yazıyla Ali Bulaç bunun ilk işaretini vermiş oldu.) kaymakta olduğu da gözlerden kaçmamaktadır.
Ali Bulaç’ın tarifine göre: “İslâmcılık, İslâm’ın ana referans kaynaklarından hareketle İslâm’ın ve Müslümanların yeniden ayağa kalkması, İslâmî hükümlerin uygulanması, birlik kurulması” dır. İyi, güzel de bu nasıl gerçekleştirilecek? Teori üretmek kolay, iş pratikte... Sınıfta yüzme dersini kim olsa verir. Denize atladığınız zaman pratiğiniz yoksa siz de, öğrencileriniz de boğulursunuz. Dolayısıyla, İslâmcılık tartışması teori üzerinden değil, pratik üzerinden yapılmalıdır.
Modern problemler karşısında  “Kur’ân” ve “sünnet”e dayalı bir sistem üretildi mi? Yahut böyle bir sistem nasıl ortaya konulacak? Gayet tabii, bu sorular beraberinde “içtihat” meselesini gündeme getirecektir. İlimde, amelde, itikatta, hukukta içtihat yapabilecek dirayette bilginler var mı ortada? Dahası içtihat kapısı açık mı, kapalı mı? Tartışmacılardan biri olan Hayrettin Karaman’ın bir zamanlar savunduğu “telfîk-i mezâhib” konusunda ne düşünülüyor? İslâmcı feministler nereye konulacak?.. Toplum ortada, televizyonlardaki hâl-i pür-melâli görüyorsunuz. Plajları hâkezâ... İslâm’ın ana referans kaynaklarından hareketle bu sorulara nasıl bir cevap verilecek ve bu sorunlara -kırmadan dökmeden- nasıl bir hal çaresi bulunacak?
Bundan takriben 150 sene önce İslâm hukukuna göre hazırlanan “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”ye yeni ne ilave edildi? Veya çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek böyle yeni bir çalışma yapılıyor mu? (Tartışmacılardan kaçı “Mecelle”yi aslından okuyup anlayacak durumda diye sormuyorum.) Daha da önemlisi, bu ve benzeri çalışmalar yapılırken Demokles’in kılıcı misali âlimlerin üzerinde sallanacak olan “reform”cu yaftası nasıl bertaraf edilecek?..
Kanaatimizce İslâmcılık tartışılırken öncelikle yukarıda sadece bir kısmına işaret etmeye çalıştığımız meseleler gündeme alınıp üzerinde fikir yürütülmelidir. Birtakım felsefî yorumlarla sürdürülecek bir tartışmanın İslâm ve Müslümanların ayağa kalkmasını sağlamayacağı açıktır.
Bana sorarsanız samimi düşüncem odur ki İslâm’ın ana referans kaynaklarından hareketle yeni bir toplum inşa edebilmek için öncelikle “cemiyet”i buna hazırlamak gerekir. Sözü edilen “İslâmî Toplum”, bugün sadece “İslâmcılık”  tartışmasına katılanların ailelerinden, torun torbalarından oluşturulmaya kalkılsa bile eminim yine ihtilaflar çıkacak ve istenen hedefe ulaşılamayacaktır. Öyle ise her şeyden önce bir “müellefe-i kulûb”  (terim olarak kullanmıyorum) seferberliği ilan edilmeli. Bize ne Said Halim Paşa lazım ne de ücretle (sonuçta bu yazılara telif ücreti ödeniyor) İslâmcılık tartışması yapan zevât-ı kirâm... Bize Ahmed Yesevî gibi hasbî dervişler gerekli ki Anadolu’yu önce manen fethetsinler. Öbür tarafı kolay...

Yazarın Diğer Yazıları