Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Yavuz Selim DEMİRAĞ

İstifa ve Fetömetre gerçeğini dinleyin

Cihat Yaycı'nın istifasını sevgili Yılmaz Özdil öylesine güzel yazmış ki, gıpta ettim. Kumpas davaları sırasında susanların şimdi Yaycı konusundaki feveranlarını kaleme aldığım yazıyı Özdil'e selam ile iptal ettim. Bu sırada Yaycı ile Harb Akademilerinde görev yapmış olan Doç. Dr. Personel emekli Albay Mustafa Şahin'den ilginç bir mektup aldım. Şahin, samimiyetle ismini verebileceğimi, söz konusu olayların tanıklarının da bulunduğunu belirtmiş. Dilerseniz önce paylaşalım sonra da yorumlarız.

"Yaycı ile tanışmamız Harp Akademileri Komutanlığı çatısı altında her ikimizin de görev yaptığı yıllara dayanır. Ben Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAREN)'de Dr.Yarbay rütbesi ile Strateji ve Stratejik Araştırmalar Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olarak yüksek lisans ve doktora dersleri veriyordum. Yaycı ise Tuğamiral rütbesinde Çokuluslu Müşterek Harp Merkezi Komutanı olarak görev yapıyordu.

2016 yılı bahar aylarında Deniz Harp Akademisi Komutanlığı tarafından Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili bir sempozyum yapılmıştı. Bu sempozyumda konuşmacılardan biri de Yaycı idi. Takdim konusu da hayli ilginçti. Boğaz Geçişlerinde "Altın Frank Uygulaması"… Fakat yaptığı takdimin yarısını İstanbul Boğazı'ndan geçişte Türkiye'nin elde ettiği kazançlar ile dünya kanallarından Süveyş Kanalı, Panama Kanalı gibi kanalların geçiş ücretini mukayeseye ayırmıştı. Elde ettiği sonuç: Türkiye bu işten çok zarar ediyor… Soru-cevap faslında: "Doğal su yolları ile yatırımla elde edilmiş kanalların mukayese edilmesi ne kadar bilimseldir?" diye bir soru sordum. Birkaç saniye kekeledikten sonra: "Ben sadece akılda rakamlar kalsın diye bu tabloyu, grafikleri hazırladım. (İcra subayını sabahlara kadar uyutmadığını, bu anlamsız tabloları grafikleri hazırlattığını öğrenmiştim.) Yoksa konu ile doğrudan bir ilgisi yok" diye cevap verdi. Kendi kendime "Allah, Allah bir bilim insanı bu kadar kel alakayı nasıl kurdu?" diye söylenmiştim. Bu olayın üzerinden zaman geçti. Meğerse "Kanal İstanbul'un ne kadar faziletli bir proje olduğunun" altını doldurmaya çalışıyorlarmış. Onu anladım.

Üzerinde durduğumuz kişi öylesine egosu yüksek bir insan ki inanamazsınız ki, egosuna bakın: "Kurmay Başkanlığı makamını üç paralık ettirmem. 16 Mayıs Cumartesi günü görevden alındığımı Resmi Gazete'den öğrendim. Kuvvet Komutanımıza da görevden alınacağım önceden söylenmemiş. 16 Mayıs'ta mesaj çekiliyor. Pazar günü makamıma gidip eşyalarımı topladım. Çünkü, pazartesi günü Deniz kuvvetleri Komutanlığı'ndaki görevimden ayrılıp aynı gün Genelkurmay Başkanlığı'nda görevime başlamam ve ayrılışımla ilgili bilgi verilmesi isteniyordu. Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı'na böyle bir muamele yapılıyorsa buna karşı bir duruşumuz olmalı. Düşündüm, taşındım, yapılan muameleyi doğru bulmadım. En azından bir Kurmay Başkanı ayrılırken orada bir devir-teslim töreni yapılır. Bırakın devir-teslim töreni yapılmasını, personelimle vedalaşma imkanı bile tanınmadı, hesaplarım hemen kapatıldı. Genelkurmay'a gittiğimde, 'Giriş kartınız okunmuyor' denilecek. Genelkurmay'a girdiğinizde ikinci başkana gideceksiniz. Orada ikinci başkanın emir subayı, astsubayının odasında görüşebilmek için bekleyeceksiniz. Beni görenler, 'Düştüğü duruma bak' diyecek. Böyle şeyler bana reva mı? Ben vatan haini miyim açığa alınıyorum, aynı gün ilişiğimi kesip ayrılmam isteniyor…"

Oysa 40 yıllık bir asker çok iyi bilir ki: Atama atamadır. Emre alınma can sıkıcı olsa bile bir atama şeklidir. Bazen bir görev verilemeyen çok üst rütbeli komutanlar dahi emre alınabilir. Garnizon içi atamalarda aynı gün ilişik kesilir ve aynı gün katılış yapılır. Kimse size "düştüğü duruma bak" demez. Her subayın, astsubayın yıllarca rutinidir bunlar zira… Öte yandan "soruşturmanın selameti açısından" emre alınıyorsun. Kimse sana "suçlu" demiyor. Arkadaş, rütbesinin fevkiinde olan Dz.K.K.lığı Kurmay Başkanlığı makamını kaybettiğine üzülmüyor. Gelecekte ulaşacağı büyük büyük makamlardan olduğuna takmış kafayı... Bu zatı biraz tanıyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.

Öte yandan yaptığı ekip çalışmalarında asla astlarını önemsemez, onları parlatmaz, her işi bizzat kendisinin kotardığını üstlere lanse etmekten çekinmez. Libya ile yapılan deniz mutabakatı, dünyada; yetki verilmiş iki binbaşı seviyesinde temsilcinin imzalayabileceği bir mutabakat muhtırasıdır. Ama Türkiye alt kademeyi -hiçbir uluslararası alanda- yetkilendirmediği için biz bunu müthiş bir politik ve diplomatik başarı olarak algıladık. Oysa her ülkenin temsilcilerinin menfaatlerini koruması halkına karşı birinci sorumluluğudur. "Mavi Vatan" kavramı kendisinden çok önce ortaya konulmuş ve her Türk amirali, bahriyelisi hizmet etmiştir. Ege'deki menfaatlerimiz göz göre göre çiğneniyor. Bu konudaki akademik ve askeri başarıları (!) ortadadır. Adalarımız işgal altında… Buna seyirci kalmamak gerekir. Bir kişiyi yıldızlaştırırken, başta rahmetli ve emekli olmuş amiraller, bahriyeliler ile mesela ömrünü Türk Bahriyesine vakfetmiş eski Deniz Kuvvetleri Komutanımız Metin Ataç Paşa'ya haksızlık etmiyor muyuz? Metin Ataç Amiral'in yaptıklarını yazmaya kalksak kitap olur.

Yarın FETÖMETRE değerlendireceğiz.

dfs-004-001-011-001-001-001-002.jpg

Yazarın Diğer Yazıları