İstihbarat oyunlarının bedeli!

Ömrünü habercilik mesleğine adayanların yolunun istihbaratçılarla kesişmemesi mümkün değil. Çeyrek yüzyılı aşkın süredir işi gereği onlarca istihbaratçıyla görüşen bir gazeteci olarak, son günlerde Hakan Fidan etrafında alevlenen tartışmaların Türkiye’ye acı bir bedel ödetme noktasına götürdüğünü söyleyebilirim.
İstihbarat operasyonlarında medyaya yansıtılan gerekçe aslında daha derin sorunları örten bir perdedir. Aynanın öteki yüzünde görüntü farklıdır. Örneğin Sabahattin Savaşman olayı. Emekli Kurmay Albay Savaşman, MİT’te çalışırken CIA ajanı suçlamasıyla hapse atılmıştır. Oysa Savaşman aynı bilgileri İngiliz istihbaratına da (MI6) aktarmaktadır. Suçüstü operasyonu Amerikalı meslektaşının evine gitmeden birkaç saat öne alınsa Savaşman İngiliz ajanı olarak yargılanacaktı. Sonuçta, o güne kadar personelin maaşlarını CIA’nin ödediği söylentileriyle yıpranan MİT’in itibarı kurtarılırken aynı zamanda araya sızan (dublaj yapan) üçüncü ülke ajanı tasfiye edilmiştir.
Büyük devletler rejim değişikliği, devrimler ve darbeler yaşasa da ulusal çıkarlarından vazgeçmez. Kısa dönemli duraksamaların ardından her şey aslına rücu eder. İngilizler üzerinde güneş batmayan imparatorluk ve Ruslar sıcak denizlere inme tutkularından hiç vazgeçmedikleri gibi Komünist Çin yeniden Konfüçyüs öğretisine sarılmaktadır. Yahudiler binlerce yıllık Siyonizm inancını bırakmayacakları gibi Amerikalılar da altın vb.. kaynaklara hücumdan geri durmazlar. Benzer şekilde Türkiye medeniyet coğrafyasına bir kez daha açılırken İran da özü her neyse oraya dönmektedir.
Yalta Konferansı (1945) ve Malta Zirvesi (1989) arasındaki Soğuk Savaş’ın çetin şartlarında Komünizm tehlikesine karşı İran, Türkiye ve İsrail istihbarat servisleri ABD şemsiyesi altında adeta tek hücre gibi çalışmıştır. Aradaki bağlar öyle sıkıdır ki, İslam adına devrim yapan İran din kardeşi Irak ile savaşırken İsrail üzerinden Amerika’dan silah yardımı alıyordu. Bizimkiler de  “molla” diyerek küçümsedikleri SAVAMA ajanlarının Türkiye’de muhalif İranlıları (Halkın Mücahitleri Örgütü) avlamasına göz yumuyordu. Güncel dokundurmayla özetlersek, istihbarat bağına bir çiçekle bahar gelmez.
İstihbarat mesleğinin doğası gereği saha elemanlarının çoğunun eli kirlidir. Zaten sıradan vatandaşın bu taraklarda bezi olmaz. Fakat o elemanlar da kendilerini garantiye almak dürtüsüyle farklı çıkar ilişkileri kurar. Gerilla yahut kaçakçı olsun fark etmez silahlı örgütler bütün derin devlet yapıları için muazzam bir kaynaktır. Örgütler de dış destek almak için bu ilişkilere açıktır. Bu kapsamda hemen her örgüt hainlik ve işbirlikçilikle suçlanır.
İlginçtir, resmi açıklamalara göre dünyada PKK’yı kullanmayan devlet neredeyse kalmamıştır. Sadece yabancılar değil, hatta bizimkiler de... Hanefi Avcı, Öcalan ile yakalanmasından önce görüşen Türk generallerin ismini açıkladığı için mahkemelik olmuştur. Öcalan paketlendiğinde devletin hizmetinde olduğunu açıkladı. Şimdi uzman kimliğiyle konuşan eski tüfek istihbaratçılar Öcalan’ın Gladio’nun emrindeki eski derin devlete çalıştığını artık Türkiye’de yeni bir devlet yapısı kurulduğunu ve Öcalan’ın bu gücün emrine girdiğini öne sürüyorlar. Fakat silahların sustuğu bir ortamda, 2004 yılında, açıktan açığa ateşkesi bozma talimatı vererek ülkeyi yangın yerine çevirdiğini nedense gözden kaçırıyorlar!
Üstteki uzun girişten sonra şunu söyleyebilirim: ABD ve İsrail yönetiminde etkin bir kesim, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan ziyade özellikle Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan’ın icraatlarından rahatsızdır. Mavi Marmara baskını sonrasındaki sürecin normalleşmesini bu ikilinin engellediğini varsaymaktadır. Bu kesime göre Davutoğlu ve Fidan, Arap Baharı’nı, İsrail lobisinin hiç arzu etmediği bir noktaya götürmektedir. Bu yüzden Büyük Ortadoğu Projesi’nden vazgeçmeyi bile göze almakta hatta dengelemek için İran’ın dahi önünü açmaktadırlar. Türkiye’yi eskiden sıkı fıkı oldukları elemanlarının provokasyonlarıyla sarsarak uyarmaktadırlar.
Şahsi görüşüm, Türkiye eğer bölge halklarının durumunu zorlaştıracak ve süreci sonuna kadar yönetip, kontrol edemeyecekse boyunu aşan operasyonlara hiç girişmemelidir. Çeçenistan, Azerbaycan ve Özbekistan örnekleri ortadadır. Sonuçta Ankara’nın bölgede sesi daha çok çıkıyor görünse de, diplomatik ilişkilerin kesilmesiyle kalmaz ayrıca harabeye dönen ülkelerdeki halkların da Türkiye’ye güvenleri kırılır.

Yazarın Diğer Yazıları