İz Bırakan Bir Bektaşi Mimar Sinan / OZAN İŞLETEN

İz Bırakan Bir Bektaşi Mimar Sinan / OZAN İŞLETEN
Öncelikle belirtelim ki Mimar Sinan gibi tarihe, insanlığa mâl olmuş; Avrupalılarca dahi Osmanlı’nın Michelangelo’su olarak anılarak övülen bir büyük şahsiyetin o veya bu inanç ya da kökenden olması onun büyüklüğüne bir şey katmayacağı gibi eksiltmez de.

Önemli olan onun insanlığa veya kendi milletine yaptığı hizmetleri, düşünceleri, fikirleri ve ortaya koyduğu eserleridir. Bu yazıda amacımız Mimar Sinan gibi İstanbul, Halep, Kocaeli, Edirne, Lüleburgaz ve Sofya’da şaheserler inşa etmiş, onlarca eseri ile İstanbul’u adeta ilmek ilmek örmüş bir kişilik üzerinden toplumdaki ön yargıları kırmak, toplumsal barışa bir katkı sağlamak ve biraz da bir hakkı teslim etmek çabasından başka bir şey değildir. Mimar Sinan’ın devşirilmeden önce Hristiyan Türk, Ermeni ya da Rum oluşuna ilişkin iddialar mevcuttur ancak tarih bilimi açısından herhangi bir tereddüt olmasa da Bektaşiliği pek bilinmemekte, yazılıp çizilmemektedir. Her iki konuyu da nedeni ve nasılıyla, yazının başında koyduğumuz şerh geçerli olmak kaydıyla açmaya çalışacağız.

Adım adım konuyu açıklığa kavuşturmak için öncelikle Anadolu’daki Hristiyan Türk unsurlardan bahsetmemiz gerekiyor. Karamanlı adı verilen topluluklar Hristiyan Türklerden ibaretti ve Mersin''in Tarsus ve Anamur ilçesi ve Konya''nın Sille kasabası, Ermenek, Karaman-Madenşehri, Ereğli, Aksaray''ın Güzelyurt ilçesi, Niğde merkez ve köyleri, Bor, Kemerhisar, Ihlara, Malakopi (Derinkuyu), Prokopi (Ürgüp) ilçesi, Yozgat ve ilçeleri, Kırıkkale, Keskin ve Kayseri, Anadolu’daki belli başlı Karamanlı yerleşim merkezleri idi.

Karamanlılar Peçenek, Uz ve Kıpçak Türkleri’nin bakiyeleridir. Daha önce Anadolu’ya geldikleri gibi, Karadeniz üzerinden Balkanlara kadar da gelmişler, Balkanlarda Bizans hâkimiyeti altına girmişler ve zamanla Hristiyanlaşmışlardı. Bizanslılar da Anadolu’ya akın eden kavimlere, özellikle Selçuklu Türklerine karşı bir savunma tedbiri için bu savaşçı unsurları Orta Anadolu’ya yerleştirmişlerdi. Bu Hristiyan Türkler Karaman Rum (Anadolu) Ortodoks Kilisesi’ne bağlı idiler.

Evliya Çelebi, bunlar için: “Bu şehrin halkı bütün baba-yı âlem Anadolu halkı gibi Türkçe konuşurlar.” demektedir. Hatta Türkçeleri hakkında: “Keferesi asla Rumca bilmez. Bozuk Türkçeyle konuşurlar.” şeklinde bir ifade kullanmaktadır.[2]

1402’ yılında Çubuk Ovası’nda karşılaşan iki Türk Beyinden biri diğerine yenildi. Timur’a esir olan Yıldırım’ı korumak için en az on bin Yeniçeri şehit oldu. Çandarlı Kara Halil Paşa veliaht Süleyman Bey’i korumak için çarpışa çarpışa Bursa’ya çekilmişti ancak ortaya yeni bir problem çıkmıştı: Acaba asker nasıl takviye edilecekti? Pençik kanunu harp ganimeti üzerine kurulmuştu ve yeni fütuhat yapabilecek bir iktidar olmadığından bu kaynak kurumak üzereydi. İşte bu ortamda devşirme kanunu devreye girdi, böylelikle hem çeri eksiği takviye edilecek hem de Rumeli’deki Hristiyan Halk Müslümanlaştırılacaktı. [3]

Yavuz Sultan Selim’e kadar sadece Balkanlar’dan devşirme yapılırken 16.yüzyıl itibarı ile Anadolu’dan da devşirme alınmaya başlanmıştır. İşte Mimar Sinan’ın, Karaman Türkeri’nin yoğun yaşadığı Kayseri bölgesinden Yavuz Sultan Selim zamanında, yani 1512 ile 1520 yılları arasında devşirildiği belirtilmektedir.

Sinan, öncelikle Acemi Ocağı’nda marangozluk öğrendikten sonra padişahla birlikte İran ve Irak seferlerine katılmış ve ordunun İstanbul''a intikalinin ardından Ocağa kabul edilmiştir. Sultan Süleyman devrinde önce atlı sekbanlığa sonra zenberekçibaşılığa (82. Cemaat Ortası yayabaşılığı) ardından hasekiliğe (hassa muhafızlığı görevi yapan dört haseki ortasından, yani 19., 49., 66. veya 67. Cemaat ortalarından birinin komutanlığına) terfi etmiş ve bu aşamadayken kendisine yapılan teklifi kabul ederek hassa mimarlığına getirilmiştir. Sinan, sultanın başmimarı gibi bir rütbe için bile olsa yolundan ayrılmanın kendisi için ne kadar zorolduğunu, "Hakir dahi gerçi tarikimden dûr olmak hatırası elem virüb ve yine sonunda niçe camiler bina idüb dünyevi ve uhrevi nice muradata vesile olmasın mülahaza idüb kabul etdim" diyerek itiraf eder. [4]

Devşirme çocukların taşra hizmeti süresinin üç ila sekiz yıl, acemi oğlanlık süresinin de normal olarak yedi, sekiz yıl olduğu göz önünde tutulacak olursa Sinan’ın I. Selim’in cülusundan hemen sonra devşirildiği, taşra ve acemi oğlanlık hizmetlerini en kısa süreler içerisinde tamamlayarak kapıya çıktığı sonucuna varılmaktadır. [5] Sinan’ın hatıralarını içeren Tezkiretü’l-Bünyan adlı eserde Sinan Kayseri Sancağı’ndan devşirildiğini şu sözler ile ifade etmektedir: “Bu hakir Sultan Selim Han''ın gülistan-ı salta­nat[ın]un devşirmesi olup Kayseriyye sancağından iptidai oğlan devşirilmek ol zamanda vaki olup devşirilen gılmanun ibtidası vaki'' olmışdum. Gulam-ı acemiyandan hencar-ı tab''-ı müstakim ile neccarlık semtine ragıb u talib olup üstad hizmetinde pergar-var sabit-kadem olup merkez ü medar gözledüm.
Ahir pergarvar kenar çizüp seyr-i diyar özledüm. Bir zaman hizmet-i padişahi ile ''Arab’ u Acem''i geşt ü güzar eyleyüp­ her küngüre-i eyvandan bir rûşe ve her zaviye-i viran dan bir ruşe peyda eyleyüp yine şehr-i Sitanbul''a dönülüp hizmet-i a''yan-ı zamana meşgul olup kapuya çıkdum.”[6]

“Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Ben de ilk devşirilen oğlanlardanım. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.”[7]

Sonraki yıllarda Sinan’ın Kayseri’deki akrabalarıyla yazışmaları ve ilişkileri devam ettiğinden, belgelerle de desteklenen Kayseri-Ağırnas kökeni gerçeğe uygundur. Bu verilere göre Sinan’ın Hırvat, Slav, Acem veya Bosna kökenli olmadığı açıktır. Ayrıca çokça tekrarlandığı gibi dönme (mühtedi) değil devşirmedir. O dönemdeki Kayseri Müslüman Türk, Hıristiyan Türk, hatta Moğol kalıntılarının yayıldığı bir alandır.

Âdet olduğu üzere devşirilen çocuk bir ön eğitimden geçmek üzere köklü Osmanlı ailelerinden birinin yanına verilir, bu beraberlik sırasında İslâm dini kadar Türkçe’yi de öğrenmesi sağlanırdı. İlginçtir ki Sinan’ın bir aile yanına verildiğini gösteren hiçbir kayıt yoktur. Ayrıca daha erken yaşlarda şiir yazdığı açıktır. Bir başka deyişle onun konuştuğu dil baştan beri Türkçe idi. Karaman bölgesinde Türkçe konuşan Ortodoks kitlenin büyük bir kısmı Kayseri ve çevresinde yaşamaktaydı.[8]

Örfî Mehmet Ağa’nın “Tarih-i Edirne” adlı eserinde Mimar Sinan, dedesinin adının da “Toğan Yusuf” olduğunu bizzat kendisi belirtmektedir. Toğan/Togan Türkler arasında oldukça sık kullanılan bir addır ve T/D yumuşaması ile günümüz Türkçe ’sinde Doğan olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Kıbrıs, II. Selim zamanında 1571 yılında fethedilir. Devlet-i aliyye’nin iskân politikası gereği Kıbrıs’a nüfus yerleştirilecektir. Anadolu’daki şerli, sabıkalı ve zararlı adamlarla Karaman Eyaleti zımmîlerinin” gönderilmesi emre bağlanır. Sinan’ın Ağırnas ve diğer birkaç köyden akrabaları da listeye alınmıştır. Sinan’ın bir dilekçe ile akrabalarının sürgün listesinden çıkarılmasını arz etmesi, II.Selim’in bu talebi kabul etmesi ve Karaman Beylerbeyi kanalıyla sürgünden sorumlu Akdağ Kadısı Hüseyin Çavuş’a bir ferman göndermesiyle Sinan’ın akrabalarının adları resmi kayıtlara geçer. Fermanda padişah buyurur ki: “Akdağ kadısı Hüseyin Çavuş’a hüküm ki, hâlâ Hassa mimarlarının başı mektup gönderüb Kayseri reayası Kıbrıs’a sürülmek ferman olunup kendi sakin olduğu Ağırnas kariye halkı ve ahar kariyede sakin olan akrabası Kiçi Bürüngüz’de Sarı oğlu Düvenci ve Karye-i Üskübî’den Ülisa /Üleysi ve Kudanşah nam zımmiler Kıbrıs’a sürgün olmaktan af olunmasın istida eyleyen müşarünileyhin sakin olduğu zikrolunan kariyesi ve akrabasından olan mezkûr zimmîler Kıbrıs’a sürgün olmaktan af olunmak emridüp buyurdum ki varub vusul buldukta müşarünileyhin sabıkan olduğu mezkûr karyesi ve akrabasından olan mezkûr zımmîler Kıbrıs’a sürülmek içün deftere dahi kaydolunmuşlar ise ihraç eyleyüb Kıbrıs’a sürgün olmak emrolunanlardansız deyu rencide ettirmeyesüz ve hükm-i şerîfimi sicil-i mahfûza kayd eyleyüb ellerinde ibkâ eyleyesüz. Sahibi olan Mehmet Usta’ya verildi. 17 Ramazan 981 (10 Ocak 1574).” [9]

Fermandan anlaşıldığına göre Mimar Sinan’ın akrabaları Küçük Bürüngüz ve Üsküb’ten Sarıoğlu Düvenci, Üleysi ve Kudanşah ‘tır. Kiçi kelimesinin kökeni, taşa kazınmış Göktürk Kitabelerine kadar dayanan “küçük” anlamında Türkçe bir sözdür, oğul manasında da kullanılır. Üleysi, benzersiz manasına gelen Moğolca’dan Türkçe’ye geçmiş bir sözdür. Düğenci/düvenci “dövmek”ten gelir. Saplar ve başaklar harmanda, hayvanlara çektirilerek dövülüp saman ve daneye ayrıldıklarından, bu kelimeyi tarımla uğraşan Türk çiftçilerinin en iyi bildiği ve kullandığı Türkçe bir kelime olduğu tartışmasızdır. “Kudanşah” ise, o da Türkçe’dir. Çünkü “kudan=kutlu” demektir. Kelimede t-d dönüşmesi vardır. Nitekim Katun’dan kadın, Otun’dan odun, kutan’dan, kudan olmuştur. Sondaki “şah” eki ise Anadolu’da özellikle 16. asırda çok rastlanan bir ektir. [10]

İsmail Hakkı Konyalı, 1584 yılına ait tahrir defterinde Ağırnas''ta yaşayanların Türkçe isimlerini şu şekilde tespit etmiştir: Evren, Pervane, Bahadır, Karagöz, Aydoğdu, Aslan, Yağmur, Kumru, Sefer, Hüsrev, Arslan, Kaplan, Hüdayahşi, Kılmaz, Uğurlu, Oğuzlu, Tatar, Paşabey, Timur, Kutlubey, Sarı, Hüdaverdi, Kalender, Bayram, Borhan, Kalanlı, Karaca, Sultanşah, Urumşah, Paşa, Şadi, Karayağdı, Çakır, Bayramlı, Şemsiye, Nurullah, Yürür, Asilbey, Kutluşah, Seylanşah, Keçi, Sarıaş, Atmaca, Kademşah, Tursun, Seferşah, Murad, Emirşah, Hızırşah, Kuru, Karakoç.[11]

“Ben Türk dostu Eftim değil, Türk oğlu Türk Eftim''im.”[12] diyen Türk Ortodoks Patrikhanesi Kurucusu ve Kurtuluş Savaşımızda büyük yararlılıklar gösteren bir vatansever olan Papa Eftim’in Türk Ortodoks Patrikhanesini 1921 yılında Kayseri’de kurması bir tesadüf değildir. [13] Bilindiği üzere Osmanlı, kişileri etnik kökenlerinden ziyade din ve mezheplerine göre ayırmıştır ve bu konu Lozan’da da aynı şekilde devam etmiştir. Lozan Antlaşması''nın ekli protokol hükümlerince Türkiye''de yaşayan, yaktığı Türküsü, dokuduğu kilimi Türkçe olan yaklaşık 193.000 Karamanlı Hristiyan Türk zorunlu nüfus değişimine tabi tutulmuştur. 1927 yılı nüfus sayımında toplam Türkiye nüfusunun 13.649.945 kişi[14] olduğu düşünülürse bu çok ciddi bir rakamdır.

Tüm bu veriler ışığında kanaatimiz Mimar Sinan’ın Hıristiyan Türkler’ den devşirilerek Yeniçeri ocağına seçildiği yönündedir. Devşirme kanununun en önemli kurallarından birisi, Ocağa girecek kişinin ulufeye bağlanmadan önce Bektaşi Tarikatına girmesi ve kırk yaşına kadar hiç evlenmemesidir. [15] Nitekim Yeniçeri Ocağı “dûdmanı Bektaşi”, “Hacı Bektaş Ocağı” “Ocağ-ı Bektaşiye”, “neferât- Bektaşiye” Yeniçeriler de “Hacı Bektaş köçekleri”, “taife-i Bektaşiye”, “gürûh- Bektaşiye”, “zümre-i Bektaşiyan” şekinde anılmıştır. [16] Burada geçen “köçek”, yazımızda daha önce bahsettiğimiz kiçi/kiçik ‘ten bozma olup oğul/uşak manasındadır ve Hacı Bektaş oğulları, Hacı Bektaş çocukları manasındadır.

Yeniçerilerin Bektaşi doktriniyle olan ilişkileri yüzeysel denilebilecek sınırın ötesine geçmiştir. Bektaşi yolunun

Yeniçeriler üzerinde hem gülbanglar, peymançe selamı, orta-bölük nişanları ve Kazan-ı Şerif gibi görünür karakteristik ögelerinde hem de görünmez iç nitelikleri olan imam Hz. Ali ve kılıcı Zülfikar''a duyulan saygı, gaibin güçlerine duyulan derin inanç ve her şeyin üstünde de getirdiği değerler bütünü nedeniyle derin bir etkisi vardı. Yol kavramı, bireysel olarak Yeniçerilerin ruh dünyalarında olduğu gibi askerî bir kurum olarak Ocağın organizasyonunda da (kabul süreçleri, gelenekleri, rütbelendirme ve terfi sistemleri yoluyla) belirleyici olmuştur. Ocağa Bektaşi doktrininin ve ilgili terminolojinin ışığında daha yakından bakıldığında Yeniçeri yoldaşlığı ve arkasındaki mantık daha iyi anlaşılacaktır.[17]

Yeniçeri Ocağı’nın 99. Ortasında bir Bektaşi Babası ve sekiz dervişi daima hazır bulunur, dervişleri ile birlikte devletin saadeti ve Yeniçerilerin zafer kazanması için gece gündüz dua ederlerdi. Hû keşan (Hû çekenler) denilen bu dervişlerin merasimler sırasında Yeniçeri ağasının önünde, iki yumrukları karınları üzerine bastırılmış olarak yürürler, bu arada Bektaşi babası “Kerim Allah” diyerek devlet ve askerler için yüksek sesle dualar okur ve diğer dervişleri hep bir ağızdan “Hû” diyerek bu duaya eşlik ederlerdi. Yine savaşlarda Bektaşi babası ve dervişlerinden oluşan bir kafile orduya katılır, savaş sırasında Yeniçerileri cesaretlendirip manevi destekte bulunurlardı. [18]

İşte bu Ocakta yetişen Mimar Sinan‘ın “Çalıştım tâ tufuliyyet çağından/Yetiştim Hacı Bektaş ocağından/Rodos ile Beligrada azimet/İdüb geldim yine sağu selamet”[19] mısralarından Rodos ve Belgrat seferlerine Yeniçeri olarak katıldığını ve Hacı Bektaş’a gönülden bağlı olduğunu anlıyoruz.


Mahmut Erik Aydın Arşivi – Mimar Sinan Türbesi’nde 12 dilimli süsler

98 yıllık ömrünün Yeniçerilik devrinde nice gazaya katılmış, mimarlık devrinde imparatorluğun dört köşesinde ölmez eserler bırakmış Mimar Sinan geldiği yeri hiçbir zaman unutmamıştır. Kendi türbesini Hakka yürüyüşünden bir yıl önce İstanbul Süleymaniye’de bulunan Ağa kapısının yanına kendisi inşa etmiş ve gözlerini yeni bir dünyaya açtığı, Bektaşi inancına göre yola girerek yeniden doğduğu yerde sırlanmak istemiştir.

Yaratılmışı yaratandan dolayı seven, her nesnede Tanrı’nın zuhurunu gören Bektaşi öğretisinden aldığı terbiye ile köyü olan Ağımas''ta yapıp vakfettiği çeşmeye su içmek üzere gelen hayvanların dinlenmesi için, çeşmenin etrafında geniş bir alanı vakfetmiş[20], her on Muharrem’de Bektaşi geleneğince Aşure dağıtılmasını vasiyet etmiştir. [21] Koca Sinan’ın aziz ruhuna hediye ettiğimiz yazımızı Arif Nihat Asya’nın Koca Sinan için yazdığı şiiriyle bitirelim.

Sen en yakınısın, bilirsin elbet:

Kaç misli eseri vardır yaşının!

Fakat söyle: Nasıl sığmış yaptığı,

Bir insan ömrüne Mîmarbaşı’nın?

Umarız ki Bektaşileri karikatürize ederek küçümsemeyi adet haline getirerek bilerek veya bilmeyerek bu milletin bütünlüğüne kasteden kimilerinin oluşturmaya çalıştığı algıyı biraz olsun yıkabilmişizdir.

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Karamanl%C4%B1lar

[2] Prof.Dr. İsmail Yakıt “Mimar Sinan’ın Milliyeti Hakkında Yapılan Tartışmalar” Cilt: 128 Sayı: 252 Sayfa 95

[3] Şevki Koca , Bektaşi Kültür Argumanlarına Göre Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler Sayfa 39-40

[4] Prof.Dr. Erdal Küçükyalçın Yeniçeri Kardeşliği ve Bektaşilik Sayfa 101

[5] Prof.Dr.Aptullah Kuran “Mimar Sinan’ın İlk Eserleri” TTK Belleten, Cilt: XXXVII – Sayı: 148 – Yıl: 1973 Ekim

[6] Sai Mustafa Çelebi Tezkiretü’l-Bünyan Sayfa 122 Hazırlayan Hayati Develi K Kitaplığı ( Koç Kültür Sanat Tanıtım)

[7] Prof.Dr. İsmail Yakıt “Mimar Sinan’ın Milliyeti Hakkında Yapılan Tartışmalar” Cilt: 128 Sayı: 252 Sayfa 96

[8] İslam Ansiklobedisi Sinan Maddesi : https://islamansiklopedisi.org.tr/sinan

[9] 23 No.lu Mühimme Defteri, s. 240. , Prof.Dr. İsmail Yakıt “Mimar Sinan’ın Milliyeti Hakkında Yapılan Tartışmalar” Cilt: 128 Sayı: 252 Sayfa 104

[10] Prof.Dr. İsmail Yakıt “Mimar Sinan’ın Milliyeti Hakkında Yapılan Tartışmalar” Cilt: 128 Sayı: 252 Sayfa 104-105

[11] Prof. Dr. Erhan Afyoncu Mimar Sinan Karamanlı Türkü’ydü Sabah Gazetesi 17 Nisan 2016

[12] Mehmet Aydın, “Türk Ortodoks Hıristiyanları ve Türk Ortodoks Patrikhanesi''nin Kuruluşu”, Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 8, 2009, s. 13.

[13] Mütarekede Fener Patrikhanesi’nin dünya milletlerine hitaben yayımladığı bir bildiride "Canavar, zalim Kemalistlerin zulmünden, biz Hristiyanları kurtarmaya geliniz! Ankara’daki zehirli yuvalarını yıkmak için acele ediniz" deniliyordu. Bunun üzerine, Papa Eftim, kendisine bağlı cemaati toplayarak Fener Patrikhanesi’ni protesto etmiş ve milli mücadeleye katılma kararı almıştır. Bu karar, hemen Ankara Hükümeti’ne bildirilmiştir. 72 kilisenin patrik vekili olan Eftim’in bu davranışı, İstanbul Hükümeti tarafından zararlı görüldüğünden derhal tutuklanması emredilmiş, fakat bu emir, Keskin Kaymakamı Avni Bey tarafından yerine getirilmemiştir.

[14] 1935 İlk Teşrin Gelen Nüfus Sayımı Türkiye Nüfusu Vilayet, Kaza, Şehir ve Köyler itibarı ile Muvakkat rakamlar Ulus Basımevi Ankara Sayfa4 http://www.mku.edu.tr/files/200-0bb55d9e-e0bb-413b-a4a9-d21120852f52.pdf

[15] Şevki Koca Bektaşi Kültür Argumanlarına Göre Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler Sayfa 40

[16] Fahri Maden, Türk Tarih Kurumu, Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması 1826 Sayfa 19-20

[17] Prof.Dr. Erdal Küçükyalçın Yeniçeri Kardeşliği ve Bektaşilik Sayfa 100

[18] Fahri Maden, Türk Tarih Kurumu, Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması 1826 Sayfa 18-19

[19] Tezkiret ül-Ebniye, Mısra 38-41 , Rıfkı Melûl Meriç: Mimar Sinan-Hayatı, Eseri, Ankara 1965, Sayfa 57

[20] İbrahim Ateş Vakfiyesinin İhtiva Ettiği Bilgiler Işığında Mimar Sinan Sayfa 4

[21] İbrahim Ateş Vakfiyesinin İhtiva Ettiği Bilgiler Işığında Mimar Sinan Sayfa 9