Kabaklı Hocasız...

Ona hepimiz  “hocam”  derdik. Gerçekten de rahmetli Ahmet Kabaklı’ya bu kadar çok yakışan başka bir sözcük düşünülebilir miydi, bilmiyorum? Üstelik öylesine içtenlikle, ard niyetsiz söylerdik ki, aramızdaki gönül bağları her seferinde yeni uçlar bulup bağlanırdı birbirlerine...
Ahmet Kabaklı’nın benim gazetecilik yaşamımın başlangıcında olağanüstü önemli rolü olmuştur. Tercüman’ın o en güçlü ama en çalkantılı yıllarını bilenler bilir; Rahmetli Kemal Ilıcak’ın “Şu gazeteye bir seçim sandığı koysam, birinci CHP, ikinci TİP çıkar” dediği yıllar. Kabaklı Hoca’nın yakın çevresine girmeyi başarmış genç bir muhabirdim. Hemen her gün Kabaklı beni odasına çağırır, günün olaylarıyla ilgili bilgi alır, istişare ederdi. Sonra bu ekibe yeğeni, sevgili dostum Servet Kabaklı da katıldı. Türkiye’nin o umutsuz,  “Nereye gidiyoruz?”  sorularıyla çıkış yolunu bir türlü belirleyemediği, zihinlerin işgal edildiği o dönemde Ahmet Kabaklı Tercüman’la özdeşleşmişti. Yazılarıyla efsanevi bir kalem haline gelmiş, Türk basınının uzun yıllar özlemini çektiği milliyetçilikle manevi değerleri usta kalemiyle sentezleştiren, entellektüel portresiyle bu ülkenin insanlarına  “günışığı”  dağıtan bir kanaat önderi. Ama aynı zamanda ince estetik sezgisiyle güçlü bir edebiyatçı, İslam’ın tebligatçısı, pedagog ve ironi ustasıydı Ahmet Kabaklı. Mevlana, Yunus Emre, Yahya Kemal onun fikir dünyasına sürekli şekil verirken, Fransız şiiri; Bergson felsefesi; “Şiir dil içinde dildir” sözünü sık sık tekrarladığı şair Paul Valery referanslarıydı. Valery’nin  “asrın bunalımı”  karşısındaki entellektüel tavrı, manevi değerlerin yüceltilmesi kavramları, Kabaklı Hoca’nın günlük yazılarıyla kitaplarında, Türklüğün ve İslam’ın manevi değerlerinin yeniden tanımlanması için yol gösterici bir işlev görüyorlardı.
Yine o günlerde Kabaklı Hoca’yı binbir zorlukla Servet’le birlikte ikna edip Türk Edebiyatı Dergisi’ni yeni bir mizanpajla sayfa sayısını arttırarak  okura sunmayı başarmıştık. Bunun yolu Kemal Ilıcak’ın maddi desteğiydi. Hoca,  “Hayır, bunu düşünmeyin bile”  dese de sonunda onunla konuştu. Döndüğünde çocuk gibi seviniyordu:
 “Kemal bey, hocam daha önce neden söylemedin dedi, şaşırdım çocuklar.”
Böylece bugün edebiyatımızın eski ve yeni kuşaklarının buluştuğu saygın Türk Edebiyatı Dergisi, parasızlıktan kapanma noktasına gelmişken etkisini arttırarak edebi gündemi belirleyen güçlü konumuna oturdu. Hoca’nın vefatıyla Türk Edebiyatı Vakfı ve Dergisi’nde bayrağı Servet Kabaklı devraldı.
Rahmetli hocayla ilgili anılarım yazmakla bitmez. Ben bu yazıda onun daha çok edebiyatçı yönünü anlatmaya çalıştım. Aynı zamanda şiirlerini yayınlamayı sevmeyen şairdi Kabaklı. Çok sayıda şiiri, kitaplaşmayı ve okurla buluşmayı bekliyor.
Hastaneye yatmasından iki ay önceydi sanırım. Bir gün telefon çaldı, arayan Servet’ti “Hoca aşağıda acele gel, seni görmek istiyor” dedi. Emirgan’ın Çınaraltı’sında rahmetli eşiyle oturuyorlardı. Geçmişten, anılardan Yahya Kemal’den konuştuk. Benim için övgü dolu sözleri hâlâ belleğimde... Çınaraltı’ndan her geçişimde, zaman zaman onu tek başına oturmuş, o bağa çerçeveli gözlüklerinin ardından zekâ ışıklarıyla titreşen gözleriyle Yahya Kemal’in Boğaziçi’sine bakarken görür gibiyim. Bastonuna dayanmış şairin  “sisini”  seyreden Yahya Kemal’in öğrencisi o Kabaklı’yı.
Ölümünün yedinci yıldönümünde Ahmet Kabaklı Hoca’yı rahmetle anıyorum. Ruhu şadolsun çünkü “ölüm”  hep “Asude bir bahar ülkesidir bu rinde”.

Yazarın Diğer Yazıları