Kabulünün 103. Yılında İstiklal Marşı’mız

Bir milleti parçalayıp yıkmak için en etkili yol, kültür istilası ile o milletin yetişen yeni kuşağını gelenek, görenek ve adetlerinden koparmak, dilini bozmak, millî değerlere verilen önemi zayıflatmaktır. Bu tehlikeye karşı yapılması gereken, gençlerimize şanlı tarihimizi, millî kültürümüzü öğretmek, vatan ve bayrak sevgisini aşılamaktır.

Millî bilincin oluşmasında Mehmet Akif’in halkımıza kazandırdığı İstiklal Marşı da dünü geleceğe bağlayan birlik ve bütünlüğümüzün sembolü olmuştur. Türk’ü yüzyıllar boyu yaşatan bu duygudur. Geçmişimizin tapu senedi sekizinci yüzyılda taşlara kazınan Göktürk kitabelerindeki Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk’un söylemleri bu duygunun nesillere mirasıdır.

Ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, özgürlük, çağdaşlık, yardım severlik gibi özelliklerin ortak adı olan erdem kavramı İstiklal Marşımızın özünü oluşturur. İstiklal Marşımız, bütün Türk halkının ortak mutabakat metni olup Türk millî ruhunun ortak heyecanının, ortak iradesinin ürünüdür.

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu İttifak devletleri mağlup olmuş, tam dört yıl boyunca Çanakkale ve Filistin cephelerinde kahramanca savaşan, büyük zaferler kazanan Türk ordusu da hükmen mağlup sayılmış, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile de elindeki silâhları alınmıştır. Sonra da Fransızlar Adana, Mersin, Urfa, Maraş ve Antep’i işgal etmişler, İtalyanlar Antalya ile Konya’ya kadar uzanan bölgeye girmişler, Yunanlılar da 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarmış ve Batı Anadolu içlerine doğru yayılmaya başlamıştır.

Memleketin dört bir yanında vatanı düşman işgalinden kurtarmak için çeşitli faaliyetler başlamış, başta İstanbul olmak üzere birçok yerde bir yandan protesto mitingleri düzenlenirken bir yandan da Anadolu’nun çeşitli illerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuştur.

Yunan ordusunun İzmir’e ayak basması ise, Türk milletinin uğramış olduğu büyük felâketi dayanılmaz hale getirmiş, bu işgal üzerine İstanbul’un çeşitli meydanlarında düzenlenen protesto mitingleri, işgale karşı millî birlik fikrinin oluşumunu güçlendirmiştir.

Anadolu toprakları Birinci Cihan Harbi yıllarında bıçağın kemiğe dayandığı Mütarekenin koşulları ile en acı günlerini yaşarken, 16 Mart 1920’de İstanbul fiilen işgal edilince dönemin önemli isimlerinden Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Mehmed Âkif, Halide Edip, Ruşen Eşref, Falih Rıfkı, Yunus Nâdi gibi aydınlar 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in peşinden Anadolu’ya geçmişler ve Kuvayı millîyeye katılmışlardır.

akif.jpg

İstanbul’dan Ankara’ya geçip halkı “korkma!” diye uyaran ve ümit telkin edip zafere giden yolda moral desteği veren Mehmet Âkif, vatan aşkına bir camide; İbrahim adlı bir kişiyi vaaz kürüsüne çıkarıp eline verdiği:

Ey cemaat, uyanın, elverir artık uyku

Yok mu sizlerde vatan nâmına hiçbir duygu?

Düşmeden pençesinin altına istikbâlin

Biliniz kadrini hürriyetin, istiklâlin

biçimindeki dörtlüğünü okutarak İstiklal fikrini halka yayanlardan olup büyük bir görev üstlenmiştir.

Mehmed Âkif Kastamonu’da Anadolu’da başlayan Millî Mücadele hakkında halkı aydınlatmak ve moral vermek için Cuma günü Nasrullah Câmii kürsüsüne çıkıp cemaatin kolayca anlayabileceği bir şekilde Sevr’in Türk milleti için bir ölüm fermanı olduğunu, bunu kabul etmenin esareti ve yok olmayı kabul etmek olduğunu izah ederek Türk yurdunun geçirmekte olduğu tehlikeyi yine son derece net bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Mehmed Âkif’e göre, düşmanın bizden istediği, herhangi bir vilâyet veya sancak değil, doğrudan doğruya hayatımız, devletimiz, dinimiz ve imanımızdır. Bu yüzden, artık aklımızı başımıza almanın zamanı gelmiştir. Türk milletinin tarih, namus, şan ve şerefi ayaklar altına alınmak üzeredir. Bunun için birlik ve beraberliği sarsacak en küçük hareketlere dahi meydan vermemek gerekir.

Mehmed Âkif’i can kulağıyla dinleyen cemaat, câmi kürsüsünde ilk defa dinlediği böyle bir konuşma karşısında heyecan içinde âdeta donup kalmıştır.

Daha sonra Sebîlürreşad dergisinde yayımlanan bu vaaz metni ile Sevr Antlaşması’nın içeriği ve kapsadığı hükümler çok açık bir şekilde tahlil edilmiş, meselenin gerçek yüzü herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde izah edilmiştir. Derginin on bir sayfasını kaplayan bu konuşma, İstiklâl Savaşı’nın ruhunu ve neden yapıldığını açıklayan en önemli belgelerden biridir.

Millî mücadele döneminde Türk askerini ve halkını yüreklendirmek, savaşlarda yorulan millete moral vermek amacıyla yazılan, Türk milletinin bağımsızlık, hak, iman, vatan sevgisi ve İslâmiyet gibi üstün değerlerinin ifadesi olan İstiklal Marşı, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.

Devletlerin hayatında millî marşlarının ayrı bir önemi vardır. Bu marşlar ait olduğu milletlerin karakterlerini yansıtır. Türk millî marşının adı “İstiklâl Marşı”dır. Bu ad milletimizin en önde gelen belki de en önemli özelliğini ifade etmektedir.

Üst üste yapılan savaşlarında yorgun düşen, büyük kayıplar nedeniyle cesareti ve inancı kırılan Türk milletinin, kurtuluş inancını tazelemek, amacıyla daha zafere erilmeden İstiklal Marşı yazılmak istenmiş ve bu amaçla para ödüllü bir yarışma açılmıştır.

25 Ekim 1920 tarihinde Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde bir ilan yayınlanır. Buna göre Umur-ı Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından milletimizin iç ve dış düşmanlarla girmiş olduğu istiklal mücadelesini ifade ve terennüm etmek üzere para ödüllü bir istiklal marşı yarışması açıldığı belirtilmiştir.

Yarışmaya 724 eser katılmıştır. İşin içinde para olunca ‘para ile sanat olmaz’ düşüncesindeki Mehmet Akif, bu yarışmaya katılmamış, diğer katılan 724 şairin şiirleri de millî marş olacak nitelikte görülmemiştir. Bunun üzerine millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver) ısrarı ile Mehmet Akif de "Kahraman Ordumuza" başlığını taşıyan şiirini göndermiş ve birinci olmuştur. İstiklâl Savaşı’nın hemen öncesindeki buhranlı günlerde kaleme alınan İstiklâl Marşı Türk milletinin azminin ifadesi olan çağdaş bir destandır.

12 Mart 1921’de Hamdullah Suphi tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde coşkuyla okunan ve resmî hâle gelen marş, bütün mebuslarca ayakta alkışlanmıştır. Hasan Basri Çantay, Mustafa Kemal Paşa’nın marş okunurken sıraların önünde ayakta dinlediğini ve sürekli alkışladığını kaydetmiştir. Mehmed Âkif para ödülünü kabul etmeyip Darülmesâi’ye bağışlamıştır.

Ayakta alkışlanıp İstiklal Marşı olarak kabul edilen şiirin Millî Eğitim Bakanlığı'nca, Ali Rıfat Çağatay'ın yaptığı ilk iki dörtlüğün bestesi uygun görülerek okullara ve tüm kurumlara duyurulmuş, her yerde 1930'a kadar İstiklal Marşı bu beste ile çalınmıştır.

1930 yılında ise bu bestenin yerini, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste almıştır. Marşın orkestraya uyarlanması da Edgar Manas tarafından yapılmıştır.

Marşlar, bir milletin ortak duygularını, heyecanlarını, ümitlerini, birlikte var olma ve yaşama azmini, millî birlik inancını terennüm eden ahenkli, müzikli olarak söylenen manzum metinlerdir.

İstiklâlimiz, vatanımız, hürriyetimiz, dinimiz, bayrağımız bizim millî değerlerimizdir. Millet olarak var olmamız ve tarihsel yolculuğumuz bu kutsallarımızı geliştirilerek korumamıza bağlıdır. Gerek yazım tekniği, gerekse içerik açısından, herhangi bir millî marş güftesinin çok ilerisinde Türk edebiyatının en güzel lirik-hamasi şiirlerinden olan İstiklâl Marşı, özgürlüğümüzün teminatıdır.

Yazarın Diğer Yazıları