Kadın cinayetleri

Aslında derinden sarsması gerekirdi insanlarımızı ve kurumları, katledilen kadın haberleri. Özellikle de davranış bilimcilerini, üniversiteleri, sosyal bilimlerle iştigal eden zevatı, psikiyatrları... Toplumun ayağa kalkması beklenirdi bu vahşet karşısında. Zira öldürülenler, bir anne, bir sevgili, bir eş, bir kardeş... Ama birkaç cılız sesin dışında duyarsızlık hakim. Durum vahim ve cinayetlerin temel nedenlerine eğilen araştırmalar az. Olanların bir kısmı da işe siyaset bulaştırdığı için saygınlıktan yoksun. Yara derin ve işi uzmanına bırakmak gerekiyor elbette. Ama birkaç laf etmeden de olmaz diye düşünüyorum...

Efendim, kaçınılmaz olarak toplum değişiyor. Daha dün toplumu bir arada tutmaya yarayan gelenekler aşınıyor, kimi yok oluyor. Son elli yılda on milyonlarca insan mobilize olmuş, büyük kentlere akıyor. Gelen kültürünü de getiriyor. Ve bu kültür kent kültürüyle çatışmaya giriyor. Bir insan aynı anda köylü, taşralı ve büyük kentliliğin merceğinden bakıyor hayata. Hayata bakışla birlikte insanların duygu dünyası da çarpılıyor. Ailelerle çocukları arasındaki uçurum derinleşiyor. Aileler çocuklarını anlamakta zorlanıyor, hatta anlamıyor bile onların dünyalarını. Kapitalizm büyük kentlerin vitrinlerini envai çeşit albenisi yüksek malla süslüyor. Almak için iyi para lazım ama. Ahlaksızlığa süslü bir davetiye. Erkek kadını kendisiyle eşit görmüyor. Milyonlarca erkek bırakın eşitliği kadına insanca bile bakmıyor. Kadını kendi "malı" gibi görüyor ve kendi hayatını kurma kararına şiddetle saldırıyor. İnsanlar kendi duygularını anlamıyor. Milyonlarca insan gerçek ihtiyaçlarından habersiz. Ezici çoğunluk güvende hissetmiyor kendini. Bu da saldırganlığın yanında çaresizliği de tetikliyor. Ve öfke çoğu zaman kadına yöneliyor, çaresizlik ise intiharın yolunu açıyor. Batıda yüzlerce yıla yayılan değişim, bizde sanki son 60 yılın hikayesi gibi. Çok hızlı, çok sancılı ve acımasız...

Söylenecek nice söz var daha elbette. Ama başta da dediğimiz gibi bu işi uzmanlara bırakmak gerek.

Buyurun bayanlar ve baylar, iş başına...

BEYEFENDİ

Zengin gülüşü...

Bir zamanlar, henüz otuzlu yaşlardayken "daha bir normal"di bu çocuk diye düşündü. İnsani tavırlar sergilerdi sık olmasa da. Mesela genellikle doğaldı gülüşü diye düşündü. Çoğu zaman keyif veren kahkahası... Zengin olma düşleri, ancak "başkasının sırtından değil" sözleri. Verdiği sözü genellikle yerine getirmesi. Kavgada arkadaşını bırakıp kaçmaması. Ve başkaca insani özellikler...

Sonra nasıl koptuklarını bile anımsayamadı Beyefendi. Ve birkaç yıl önce bu eski arkadaşla  lüks bir mekanda buldu kendini. Sohbet; hal hatır, eski zamanlar, projeler, ne yapıp ettinler derken paraya kadar uzandı. Ve dikkatini çeken bir şey oldu o sırada. Adam bir anda gevşemişti. Rahatlamıştı. Özgüveni tavan yapmıştı. Ve konuşurken kendisine değil, arkalarda belirsiz bir yerlere bakıyordu zenginleşen bu adam. Yatırımlarından söz ederken, yerinde oturmuyordu sanki. Uçuyordu. Rahmetli olan annesinden söz ederken, sanki arada bir kendisine sorun çıkaran sıradan bir çalışanından söz ediyordu. Duygu yoktu sözlerinde. Garsonu çağırırken bile tek bir sözcük harcamadan, bir baş hareketiyle işi halettme durumları. Tuvaleti yanına getirmelerini isteyecek durumda değildi henüz, bu yüzden onun ayağına gitmek zorundaydı ve yürüyüşe geçmişti. Ardından dikkatle baktı Beyefendi. Göğsü tümüyle öne fırlamıştı. Önüne bakmıyordu bile. Gurur, kibir dolu bir yürüyüş dedi içinden. Sanki adam bir düzine kazık yutmuş ve bunların esneme payı, öne değil arkaya doğruydu. Gelip yerine oturdu yine uçarak... Ve o başkalaşan, yabanileşen bir gülüş. Yeni gülüş bu... Her anı hesap dolu diye düşündü. Karşısındakini ezmeye, satın almaya, aşağılamaya, yok etmeye, köleleştirmeye programlanmış bir gülüş. Paraya ve çıkara endeksli... Haydi Abbas dedi içinden, bu zengin gülüşü işte evlat...

İŞTE O KADAR

Sevgiyi en çok ihtiyaç duyan çocuk, bunu en rahatsız edici yollarla belli eder.

Yazarın Diğer Yazıları