Kadına şefkat ayrımcılığı

Kapitalizm kadını, fabrikalarda üretimi artırmanın en ucuz yöntemlerinden birisi olarak gördü. Diğer beleş yöntemi ise çocukların gayriresmi yöntemlerle sanayide çalıştırılmasıydı. 18 ve 19. Yüzyıllarda kölelerin emeği, artı değeri üzerinden zenginliğini katlayan sömürgeci patronlar 20. Yüzyılda köleliğin yasaklanmasıyla bu kez kadın ve çocuklara yöneldi. Kolay ve sıcak parayla gözleri körleşen patronlar bir yandan güçlerine güç katarken diğer yandan vergi yükünü hafifletmek için devlet yöneticilerini nüfus artışına karşı tavır almaya yönlendirdi. Yönetim eliti de halkın refah seviyesinin yükselmesi yahut hiç olmazsa düşmemesi için vergi ve istihdam tedbirleri almak yerine nüfus artış hızını düşürmeyi daha pratik bir yöntem olarak gördü. Öyle ya, eğitim, sağlık, barınma ihtiyaçları için kıt imkanlarla başka ne yapılabilirdi!
Aslında kapitalist ve liberal sistemler karın tokluğuna (kölelik) veya asgari ücretle (maaşlı kölelik) çalıştırma dönemlerinden kalma ucuz kazanç ihtirasıyla kendi geleceklerini de mahvettiklerini düşünemediler. Günü kurtarmak için öz çocuklarının da istikbalini riske attılar. Modernleşme akımlarının etkisiyle ülkemizde de, 20. Yüzyılın ilk yarısında nüfus artış hızının düşürülmesi için politikalar uygulandı. 1960’tan sonra ise doğum kontrol yöntemlerine ağırlık verildi. 90’lı yıllarda ülkenin geleceğinin büyük bir risk altına sokulduğu görülünce süreç tersine çevrilmeye çalışıldı ancak çok geç kalınmıştı...
Günümüzde aile kurumunun korunması ve nüfusun artırılması gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerin en önemli sorunlarıdır. Emekli ve bakıma muhtaç yaşlardaki kişilerin geçinebilmesi için çalışan nüfusa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu arada TÜSİAD’ın BM Nüfus Fonu (UNFPA) ile birlikte “2050’ye doğru Türkiye’yi bekleyen nüfus yapısını” ele alan 3 ayrı raporunda nüfus artık bir “demografik fırsat”  olarak ele alınmakta ve üretime bu fırsat penceresinden bakılmaktadır. Patronların sorunu ise 2050 yılında Türkiye’de 65 ve üstü yaş nüfusun tüm nüfus içindeki payının yüzde 17’ye yükselmesidir. BM’ye göre, toplam nüfusunun yüzde 15’i yaşlı olan ülkeler, ‘yaşlı ülke’ kategorisine girmektedir ve Türkiye’nin de 2040’dan sonra bu kategoriye girmesi beklenmektedir.
Türkiye’de emekli sayısı şimdiden 10 milyonu aştı. Çalışan nüfus oranı artırılmazsa torunlarımızı büyük bir felaket beklemektedir.
3 çocuk doğuran bir kadın günümüz ölçülerine göre 20 yıllık bir çalışma gününün yaklaşık yarısını doğum ve süt izni ile geçirebilmektedir. Kapitalist bir bakış açısıyla işveren üretim kaybına uğramaktadır! Ancak bu, sosyal bir devlet açısından muhakkak karşılanması gereken bir sorumluluktur. İkisi arasındaki çelişkiyi çözebilmenin yolu ise kadının, kadınlık özelliklerine uygun işlerde istihdam edilmesidir.
Aksi takdirde feminist bir zihniyetle soruna yaklaşılırsa, yani kadınlar kariyer ve para kazanma hırsıyla çocuk doğurmaktan uzaklaştırılırsa geriye ne aile ne toplum ne de devlet kalacaktır. Karı ve kocanın rahat geçinebildiği tek çocuklu bir aile özlemi, aslında uzun vadede çocukların aleyhine dönecektir. Çünkü ailenin tek çocuğu evlendiğinde tek çocuk düşünecek ve torun çalışma çağına geldiğinde hem anne babasının hem de dedelerinin masraflarını tek başına sırtlanmak zorunda kalacaktır.
Aile değerlerinin sarsılması ve kadının aile içindeki rolünün değiştirilerek sıradan bir işçi statüsüne yönlendirilmesi kişilerin, toplumun hatta bütün insanlığın aleyhinedir. Kadının yaratılışına uygun, konusu doğrudan insan olan eğitim ve sağlık gibi hizmet sektörlerinde istihdam edilmesi ise kadının dışlanması değil, tam tersine pozitif ayrımcılıktır. İnsanı muhatap alan mesleklerde çalışan kadınların aynı zamanda anne olması ve böylece şefkat duygusunun da güçlendirilmesi insana verilen değeri daha da artıracaktır. Üretim sektöründe çalışmak zorunda bırakılarak bir anlamda kadınlık ve annelik duygularından soyutlanan kadınların ne kendilerine ne de çocuklarına daha fazla yararlı olacağını söylemek zordur.

Yazarın Diğer Yazıları