Kafayı yorma sıyırırsın

Der Spiegel  “bombayı patlatmış”; ABD de dinledi!

 “Dinleme-izleme” ne ki, alî menfaatleri için  “müttefik ülkeler(!)” de iç savaş çıkaran, darbe yapan, demokrasi işgalleri planlayan emperyalist obez!

***

Habere göre ABD telekulağını 2006’da dayamış Türkiye’ye. Hükümet, ordu, istihbarat teşkilatı, bürokratlar ve enerji kurumlarını kapsayan dinleme, Snowden ifşaatlarıyla ortaya çıkmış!

***

Bak sen şu işe;
ABD, Türkiye’yi dinlemiş ha!
Valla bu bilgi  “bomba”  sayılıyorsa ben size parça tesirlisinden patlatayım o zaman;
NSA dinlemelerinin dayanağı olan FISA yani Dış İstihbarat Gözetleme Mahkemesi ta 1978’de kuruldu Amerika’da.
Tesadüf bu ya, devir  “bizim çocuklar” devri.
FISA’nın anahtar kelimesi  “casusluk”; bu birimlerden gelen talepleri direkt, inceleme gereği görmeden onaylıyor mahkeme. O kadar ki, 1978’den beri önüne gelenden 33 bin 949 talepten 11’i dışında tümünü kabul etmiş. Ki Yurtseverlik Kanunu, 11 Eylül, Koruma Yasası derken çeşitli bahanelerle uzatılıp esnetildikçe “ABD vatandaşı olmayanları dinlemek için mahkeme şartı” da ortadan kalkmış.
Yine  “uzatmalar” da  “terör şüphelileri”  dışında keyfince dinleme yetkisi veriyor NSA’ya FISA Kanunu. Sadece dinleme değil, her nevi siyasi oluşumun internet üzerindeki bütün faaliyetleri -özel mesajlar, yazışmalar- dahil buna.
Microsoft danışmanı Casper Bowden ABD’ye  “kitlesel gözetleme” aracı verildiğini itiraf da etmişti zaten.
Avrupa Parlamentosu 2012 yılında yayınlanan  “Siber Suçlulukla Mücadele” raporunda  “bulut bilişim teknolojisi” nin kişilerin, kurumların, ülkelerin mahremine nasıl girdiğini bütün detayıyla ifşa etmişti. 
Peki, bugün  “Dinleniyoruz”  diye dizini döven Türkiye’nin Ulaştırma Bakanı ayyuka çıkan iddialar karşısında ne demişti hatırlayan var mı?
“Bu bilişime fazla kafa yorarsan sıyırırsın...” 
Dinlesinler, izlesinler, devlet sırları her yana saçılsın ama, siz sakın yormayın o güzel kafalarınızı, sıyırmayın!

Allah kimseyi düşürmesin

Vergi şoku...
Borsa şoku...
SPK’dan suç duyurusu şoku...

***

 “Her bir şeyin başı”ndan “onursal patron”a:
“Otelini genişlettirmem...” 
“Gazetelerini sattırmam...” 
“O manşeti attırmam...” 
“Kapıya koy şu yazarları...” 
“İnsanlıktan nasibini almamış...” 
“Ahlaksız...” 
“Sana bir hafta süre veriyorum; ayağını denk al...” 

***

“Onursal patron” dan “her bir şeyin başı” na:
“Ucuz polemikçi...” 
“Siyasi şantajcı...” 
“Diktatör...” 
“Hodri meydan...” 
“Bizden biat bekliyorsan etmeyiz...” 
Sonra a-aa bir de baktık:
El ele...
Göz göze...
Güller açıyor yüzlerde.
“Hanımefendi”ler karşılıklı tebessümleşmekte.
Ki ilk değil malum “kule” leştirmişlerdi “biat”ı daha önce;
Ne oldu?
Kurtarabildi mi?
İnsan ders alır;
Tavizin sonu yok. 

***

Ama yok!
Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Necati Doğru, Mine Kırıkkanat, Ferai Tınç, Rahmi Turan, Cüneyt Ülsever, Ayşenur Arslan, Uğur Dündar...
Ve bunca “tecrübe” ye rağmen hâlâ kendi akıbetlerinin farklı olacağını umut edebilen ötekiler; kalanlar...
Başlarında, Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde “onursal patron” a köprücü, yolcu, çılgın projeci bakan kanalıyla “ulaştırılan”, “Beyefendi medyada kimin ne yaptığını adım adım izliyor, biliyor. Haklı olarak çok kızgın. Bir patron olarak sözünüzün geçmediğini düşünmüyor. Siz istemeseniz bunlar olmazdı diyor. Vallahi zor durduruyoruz kendisini...” biçimindeki Demokles Kılıcı...
Ailesi, Genel Yayın Yönetmenleri, Ankara Temsilcileri, köşe yazarları tam kadro boyunlarını o kılıcın altına doğru eğdikleri fotoğrafları görünce...
Allah kimseyi o duruma düşürmesin!
Yazacak çok şey var ama “ille de intihar edeceğim” diyene ne yapabilirsin ki; baksana polisin bile tepkisi “selfi”!

Balık baştan kokar

Klavyenin tuşlarına basıyorum basıyorum bilgisayar ekranında tık yok; her bir harf için abanmam gerekiyor tuşlara, harfler bile direniyor sanki yazmamaya;
 “Başkomutan!” 
Tayyip Erdoğan’ın bu sıfatla verdiği ilk 30 Ağustos resepsiyonundan taşan magazin haberlerini izlemişsinizdir:
Şarkılar, türküler, şıklar, rüküşler...
Gözlerinden kaçmamıştı, bravoydu, özenle altını çizdi haberciler:
 “Koyu renk elbise” şartına rağmen bazı davetliler farklı renklerde kıyafet tercih etti.
Ya ev sahibi?
Vurgulayana rastlamadım;
Halbuki konuklara ne hacet, bizzat ev sahibi kendi verdiği davetin şartlarına “uygunsuz” kıyafet tercih etti.
Yanlış mı biliyorum;
Az daha çabalasa dore olacak olan o krem-bejtrak renk “koyu” lar sınıfına girmiyor değil mi?
Çok sevdiğim bir atalar sözü var:
Balık baştan kokar.

Yazarın Diğer Yazıları