Kahve sohbetiyle tarih yazılmaz

Kahve sohbetiyle tarih yazılmaz
Kahve sohbetiyle tarih yazılmaz

Hazırlayan: Timuçin MERT

23 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında Erzurum Kongresi yapıldı. Erzurum'a gelen üyeler daha çok Müdâfaa-i Hukukçuların ve eski İttihatçıların örgütlemesiyle oradaydılar. Ama önemli ölçüde de aşiret reisleriyle, harp içinde Rusya'ya karşı çarpışanlar, harp sonrası da gene bu bölgelerde Ermenistan Cumhuriyeti'nin faaliyetlerinden rahatsız olan grupların yolladığı delegelerdi.

Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkışından sonra yayımladığı genelgeyle Erzurum'da ilk defa örgütlenmeye girdi. İstanbul aydınları arasında ortaya atılan Amerikan mandası teklifini veya daha kalabalık bir çevrede kabul gören Britanya himayesi gibi projeleri reddetmişti.

(...)

Kuvâ-yi Milliye hareketinin etkisini tasdik eden ve milli kuvvetlere moral destek olan bu kongrenin önemli bir noktası da, Mondros'tan sonraki işgal döneminde talepleri artan imparatorluk azınlıklarının can, mal ve ırzlarının korunacağı fakat kendilerine öngörülen imtiyazların verilmeyeceğidir. Önemli etnik çatışmaların meydana geldiği Erzurum ve civarındaki illerde bu ilke Doğu vilayetlerinin Kurtuluş Savaşı'na kazandırılması şeklinde kendini gösterecektir.

***

Anadolu'nun kurtulması ilk önce doğudan başladı ve batıya doğru uzadı. Bazılarının ifade ettiği üzere "Keşke" diye abartılan "Yunan işgali muvaffak olsaydı" özlemi dahi Anadolu'daki hareketi söndürmeye yetmeyecekti.

Birinci Dünya Savaşı'na geç girdiği için taze bir kuvvet olarak kalsa da küçük Yunanistan'ın Britanya'nın jandarma müttefiki olarak Anadolu'da kalması hayaldi. Bunu Yunan Genelkurmayı içinde Metaksas başta olmak üzere aklı başında komutanlar da belirtmişlerdi. Bizim tarih görüşümüz kahve sohbetlerinde bilgi noksanlığıyla devam ediyor ve maalesef sağda ve solda bazı mesnetsiz ve sağlıksız görüşler ileri sürülüyor.

İlber Ortaylı Hürriyet

***

Dinimizde hak, adalet, ahlak yok mu peki(!)

--------

Dinimizde "cihat" varmış, dolayısıyla bunun müfredata konulup öğrencilere öğretilmesinden rahatsız olmaya gerek yokmuş. Tam tersi, yer verilmemesi durumunda talep edilmesi gerekirmiş.

Ders kitaplarına "cihat"ın konmasını bu sözlerle savunan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a yüksek müsaadeleriyle bir kaç soru yöneltelim;

Bildiğimiz kadarıyla İslam dininde sadece cihat yok. Ahlaklı ve dürüst olmak, yalan söylememek, kimseye haksızlık yapmamak, adalete riayet etmek, kul hakkı yememek, haramdan uzak durmak, beytülmal'e el uzatmamak, emanete ihanet etmemek, dini kişisel çıkarlar için kullanmamak vb. gibi tavsiye ve emirler de var. Üstelik bunlar yine bildiğimiz kadarıyla, ticari ya da siyasi değil, gerçek İslam'ın cihattan çok daha fazla önem ve öncelik verdiği hususlardır. Eğitimde ille de İslam dininde yer alan hususlar referans alınacaksa... Ahlaksızlığın, adaletsizliğin, haksızlığın, yalanın dolanın kol gezdiği günümüz Türkiye'sinde öncelikle yer verilmesi gereken emir ve tavsiyeler bunlar olmamalı mıydı?

Dinin, işinize gelen yönlerini dikkate alır da (her nedense!) işinize gelmeyen yönlerini görmezden gelirseniz kimse sizin "dinimizde var" gerekçeniz inanmaz. En başta dinini bilen gerçek dindarlar bıyık altından "manidar manidar" gülerler.

Melih Aşık Milliyet

***

Tek tip uluslararası şov yapma fırsatı

---------

Cemaatin dinci faşist kalkışmasına elbette hepimiz çok öfkeliyiz. Kendi halkına ve daha önemlisi kendi silah arkadaşlarına ateş açan, 250 kişinin şehit olmasına neden olanlardan bunun hesabı en ağır biçimde sorulmalı. Ancak bunu yaparken duygularımızın ve öfkelerimizin esiri olmamalı, hukukun üstünlüğüne güvenerek en adil biçimde karar verilmesini sağlamalıyız.

Bir sanığın şov amaçlı yaptığı bir provokasyonu fırsat bilip sadece FETÖ üyelerine "tek tip elbise" giydirmek toplum tarafından beğeni alabilir ama bunun FETÖ'ye uluslararası bir şov yapma fırsatı sağlayabileceğini de unutmamalıyız.

 FETÖ'cüler tek tip giysiyi alabildiğine istismar ederek dünyaya "Burada bir darbe girişiminin hesabı sorulmuyor, hukuk ve insanlık dışı uygulamalarla insanlara eziyet ediliyor" propagandası yapabilirler.

"Bize vız gelir tırıs gider" diyebilirsiniz ancak bugünlerin sıcaklığı geçtiğinde dünya kamuoyu önünde sıkıntıya girebileceğimiz günler de gelecektir...

Can Ataklı Korkusuz

***

Uzlaşmanın miladı Lozan

--------

24 Temmuz:

Çökmüş ve işgal edilmiş Osmanlı'nın enkazı üzerinde bir İstiklal Savaşı ile kurulan yeni Türkiye'yi tanıyan uluslararası Lozan Antlaşması'nın 94'üncü yıldönümü.

24 Temmuz aynı zamanda, Abdülhamid istibdadına son veren 1908'deki "İkinci Meşrutiyet Hürriyet Devrimi"nin sonucunda basındaki sansürün kaldırıldığı tarih olduğu için, "Gazeteciler ve Basın Bayramı" olarak da kabul ediliyor.

Ve ne tesadüf ki, 24 Temmuz, tarihin ve talihin garip bir cilvesi olarak, 9 aydır içerde bulunan Cumhuriyet gazetesi mensuplarının ilk kez yargıç önüne çıkacakları gün.

***

Aslında Türkiye üç tarihsel/toplumsal yapıyı aynı anda yaşadığı için trajikomik rastlantılara tanık oluyor!

Ortaçağ artığı olan Din -Tarım Toplumu'nun Feodal yapısı ile çağdaş nitelikli Endüstri Toplumu'nun Kentsel yapısı ve gelişmekte olan Bilişim Toplumu'nun Demokratik yapısı, birbiriyle çelişen değer ve uygulamaları ile böyle garip görüntülere yol açıyor:

Örneğin, Din -Tarım Toplumu'nun geçmişte kalmış Feodal değerleri üzerinden ülkeyi yönetmek isteyenlerle...

Çağdaş toplumların Demokratik değerlerini temsil eden gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, Sivil Toplum Örgütleri mensupları ve politikacılar arasındaki sürtüşme...

"Gazeteciler ve Basın Bayramı" ile, içi boş iddialarla hapse atılan medya mensuplarının ilk kez yargıç önüne çıkış tarihini çakıştırabiliyor.

***

Osmanlı'nın geri kalmışlığını telâfi etmek için toplumu hızla çağdaşlaştırma çabalarının yol açtığı bu "çok toplumsal yapılı" çelişkili durumun yarattığı kaosu ancak Demokrasi ve İnsan Hakları bağlamında uzlaşarak aşabiliriz.

Bu uzlaşmanın başlangıç noktası olarak da, çağ gerisi kalmış ve işgal edilmiş bir imparatorluktan çağdaş bir devlete sıçrama modelinin, uluslararası camia tarafından da (zorla, savaş kazanılarak) kabul edildiği Lozan alınabilir...

Emre Kongar Cumhuriyet

***

Türkiye'nin tek kozu "kamp değiştirme"

-------

Cumhurbaşkanı, "Almanya kendine çekidüzen versin.. hasbelkader zenginoldu" sözlerinin gerçeği dile getirmediğini, içi boş siyasi polemik yaptığını umarım biliyordur.

Yoksa komik olur. Derler ki, şu sıra sıra bindiğiniz ve asla vazgeçemediğiniz son model zırhlı Mercedeslerinize bakın önce!

Sanayi 4.0'ı dünyaya dayatan, dünyanın ihracat şampiyonu, bilimde dünyanın önde gelenlerinden, organizasyon gücü çok yüksek, iktidarda boş ve göz boyayıcı iş değil gerekeni yapan ve sorun çözen, büyük dehalar çıkartan bir ülkeden bahsediyoruz.

***

Gerilim sürerse Ankara'nın tek yapabileceği, siyasi askeri kamp değiştirme tehditleridir...

Zaten, Rus hava savunma sistemi satın almanın imza aşamasına gelmesi de, bu yolda atılmış en ciddi adımdır.

Batı, "Türkiye bizden kopamaz" diye düşünebilir.

Ama bu savunma sisteminin aynı zamanda "Batı'ya karşı" siyasi ve askeri bir yönü olduğunu görmeyecek kadar da aptal değildir..

Orhan Bursalı Cumhuriyet

***

Sapla saman...

---------

Batı ülkelerine kızdığımız konular var, örneğin Suriye ve Irak'ta ABD ve diğerlerinin PYD-PKK'ya verdikleri destekle bu terör örgütlerinin "Türkiye aleyhinde olacak şekilde güçlendirildiği" bu konulardan biridir. Ancak…

Ülke içinde "demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet" gibi konularla Ortadoğu politikası ayrı ele alınmalıdır.

Güngör Mengi Vatan

***

Herkes yanlış da biz doğru muyuz

-------

Hemen herkesin kendine göre doğruları var.

Ve herkes kendine göre haklı.

Peki, gerçek doğru hangisi?..

Yasalar, mahkemeler, ombudsmanlar, hakem heyetleri, temyiz mahkemeleri ve benzeri kurumlar işte hep bu yüzden kurulmuş.

O da yetmemiş, uluslararası kurumlara ihtiyaç duyulmuş, kurtarıcı olarak onlara kucak açılmış.

Ama zaman içerisinde gördük ki hiçbiri bir işe yaramıyor ya da olaylara şaşı bakıyor.

Balkanlar'daki savaşlarda Müslüman azınlığa karşı yapılan zorbalık yıllarca sürdü ve Batılı ülkeler ile onların oluşturduğu uluslararası kurumlar olup bitenleri sadece seyrettiler.

Ortadoğu'da son yıllarda yaşananlara karşı takınılan tutum da farklı değil...

Dünyaya ince ayar çeken ülkeler, bize ya da başkalarına, her şeye şaşı bakıyorsunuz derken, asıl şaşı bakan kendileri ama bunun bile farkında değiller.

Ya da rollerini o kadar iyi oynuyorlar ki kendi yalanlarına, kendileri de inanıyorlar...

Yine aynı şekilde, bize önyargıyla bakıp, kazık atıyorlar, onlardan dost olmaz demek de bir o kadar sakıncalı. Evet, geneli bize şaşı bakıyor ama hepsi öyle mi ve arada bir çuvaldızı kendimize de batırmak gerekmez mi?..

***

Uluslararası ilişkileri siyasetçilere bırakıp, biraz da kendimize bakalım.

Özellikle de eğitim sistemimizin bize kazandırmaya çalıştığı davranışlara!..

Abbas Güçlü Milliyet