Kaos baronları işbaşında

İstihbaratçıların çatışmasından ortaya dökülen bilgilerden,‘açılım süreci’nin MİT tarafından başlatıldığı, MGK’da görüşülerek kabul edildiği ve hükümet eliyle yürütüldüğü anlaşılıyor. Sürece devletin bütün erklerinin destek verdiği de iddia edilebilir. Ana muhalefet partisi sorun çıkarmadığına göre ‘yasama’ erki ve Habur’da çadır mahkemesi kurulmasından bahisle ‘yargı’erki de sürecin içindedir.
Olup bitene itiraz etmedikleri gibi, aksine eski ve yeni Genelkurmay başkanlarının “terörle mücadele sadece askerin görevi değildir” vurgulu ifadelerinden hareketle Silahlı Kuvvetler komuta kademesinin de sessiz kalarak süreci onayladıkları sonucunu çıkartabiliriz. Ne de olsa “sükut ikrardan gelirmiş.”
Fakat bir şeyler ters gitti ve kapalı kapılar ardında yapılan hesap terör pazarına uymadı. Habur fiyaskosu, karakol baskınları, belediye başkanlarına kelepçe takılması ve nihayet Uludere faciası ile süreç akamete uğradı. Altın vuruş ise Oslo görüşmelerinin sanal aleme, İsrail bağlantılı olarak sızdırılmasıyla geldi. Öte yandan açılım Polis Akademisi’nde başlatıldığında, sürecin aktörlerinin ne denli acemi oldukları ortaya çıkmıştı. Belki de birileri bu yolun çıkmaz sokak olduğunu göstermek yahut görüşen tarafları aynı potaya koyarak her ikisinden de kurtulmak niyetindeydi!
Türkiye’de devlet mekanizmasının nasıl çalıştığını bilenler için sistemin çarklarının arasına takoz sıkıştırmak hiç de zor değil! Erkler arasındaki çatışmalar devletin en büyük zafiyetlerinden birisi. Üstelik her erkin içindeki hizipleşmeler sorunu daha da giriftleştiriyor. Buna bir de, yıllardır toplumun bilinçaltına işlenmeye çalışılan, kısmen de etkili olan kamplaşmaları ve halkın değerlerini küçümseyen oligarşik zihniyeti ekleyin... Neyse ki milletimizin sağduyusu güçlü ve mayası sağlam.
Devlet sistemi temelinde güvensizlik üzerine kurgulandığı için çarkının çürüyen dişlerinden biri kırıldığında ağır aksak işleyen sistem bir anda tökezliyor. Zaten dişliler birbirine tam oturmuyor ve ağır aksak dönüyor. Dahili ve/veya harici fitne odaklarının attıkları nifak taşları sistemin çarklarını bir anda kilitleyebiliyor.
İzmir suikastinden, Türkçülük-Turancılık tutuklamalarına; 6-7 Eylül yağmasından, 27 Mayıs darbesine ve oradan da 28 Şubat sürecine kadar tarihimizdeki önemli dönüm noktaları hep aslı astarı olmayan, kaynağı belirsiz ihbarlarla ateşlenmiştir. Her nasılsa ya iktidar sahipleri ya da devlet yapısıyla kavgalı kesimler o gün işlerine geldiği için bu ithamları benimsemiş ve tarih hafızamıza acı hatıralar kazılmıştır. Bugünkü kaos baronları ise ileri teknik donanımlarla yeteneklerini daha da geliştirmiştir.
Böyle bir ortamda, terör örgütünün ‘önderliği’ ile dağ kadrosu arasında kuryelik yapan, belediye otobüsüne molotof kokteyli atan, kabul edilmesi akla zarar ‘mutabakat metinleri’ imzalayarak “kapsamlı halk savaşı” veya toplu kalkışmalara zemin hazırlayan kişilere ilişkin ihbar geldiğinde savcıların ne yapması beklenmektedir? Mesela Suriyeli rejim muhalifi albayı Şam yönetimine satan istihbaratçıya dair bilgiye ulaştığında polis veya savcı, “hikmet-i hükümetten sual olunmaz”  deyip kulağının üzerine mi yatacaktır? Yahut yeni bir Habur rezaleti yaşanmaması için hükümete ikazda bulunan bir kimse art niyetli olarak mı yaftalanacaktır? Oysa elini taşın altına koyan elbette acı çekeceğini bilmektedir.
Bu kavganın ülke içinde kimseye bir faydası dokunmaz. Ne kavganın taraflarına ne de ellerini ovuşturarak “bunlar birbirini yesin” diyen fırsatçıların yararına olur! Konunun basit bir cemaat-hükümet çekişmesinden kaynaklanmadığını görmek gerekiyor. Ülkenin bekasıyla doğrudan ilgili kurumlar arasındaki onlarca yıldır süren rekabet açıkça körüklenmektedir. İstihbarat kurumları birbirlerinin ajanlarını deşifre etmeye başlarsa bundan en fazla Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlık besleyenler yararlanır. Devlet adamının görevi, kavga eden çocuklarından birinin tarafını tutmak değil, gerekirse ikisinin de kulağını çekerek evlatlarını barıştırmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları