Kara çarşafın tarihçesi ve Türkiye’ye girişi

Günlerden Cumaydı,
Sultan Abdülhamid cuma selâmlığı için Yıldız Camisi’ne gitmişti.
Namazın tamamlanmasından hemen sonra,
caminin yanı başına bırakılan bir arabanın içine yerleştirilmiş olan
saatli bomba hükümdarın oradan geçmesine birkaç saniye kala patladı.
Padişah yara bile almadan kurtuldu,
arabasına bindi,
dizginleri eline aldı,
saraya kendi kullandığı arabasıyla döndü ama
patlamada 26 kişi ölmüş,
58 kişi yaralanmış ve merasim için camiye getirilmiş olan atlardan
20 kadarı da telef olmuştu.
1905’in 21 Temmuz günü İstanbul’da patlayan bu bomba onlarca kişinin hayatına mal olmuştu.
Tam 7 yıl önce Abdülhamid, 1892’nin 2 Nisan’ında
Saray Başkâtibi Süreyya Bey’e yazdırıp zamanın başbakanlığı olan
Bâbıâlî’ye gönderdiği emirde belden bağlanmış çarşafın
İslâmî bir giysi sayılmayacağını fetva etmişti.

Hatta açık saçık denebileceğini, bu şekilde giyinenlerin
matem giysilerine bürünmüş Hristiyan kadınlara benzediklerini söylüyor ve
bazı erkeklerin çarşaf giyerek hırsızlık yaptıklarını da hatırlatarak
çarşafın güvenlik bakımından tehlike yaratacağı gerekçesi ile yasaklanmasını istemişti.
Abdülhamid endişesinde sonraki senelerde de haklı çıkacak ve çarşaf,
gerektiğinde erkekler tarafından da kullanılacaktı!
Meselâ, hükümdarın en yakınlarından olan Mabeyinci Faik Bey,
padişahın 31 Mart hadisesinden sonra tahtından indirilmesi üzerine
Teşvikiye’deki konağından simsiyah bir çarşafa bürünerek kaçacak ve gemi ile Mısır’a gidecekti.
Osmanlı Arşivleri’nde bulunan çarşaf yasağı hakkındaki belgeler
Sultan Abdülhamid’in sözünü ettiğimiz bu emrinden ibaret değildir,
meselâ; Dosya 5, Gömlek 33, Fon Y..PRK.DH..;
Dosya 1938, Gömlek 106, Fon DH.MKT;
Dosya 62, Gömlek 26, Fon Y..MTV;
Dosya 2362, Gömlek 177096, Fon BEO;
Dosya 2735, Gömlek 12, Fon ŞD ve
Dosya 54, Gömlek 27, Fon DH.EUM.THR
gibisinden ve daha birçok belge vardır...
Aradan 131 sene geçti ama güvenlik güçlerimiz bugün de hâlâ
“çarşaflı erkek terörist” endişesi içerisindeler!
Sultan Abülhamid’in emri ile 2 Nisan 1892’de Yıldız Sarayı’ndan
gönderilen emirde, günümüzün Türkçesi ile şöyle deniyordu:
“Bugün yapılan cuma selamlığının ardından
Teşvikiye’deki imparatorluk silâhhanesini şereflendiren
padişahımız saraylarına döndükleri sırada geçtiği yol üzerinde
garip bir şekilde bellerinden bağladıkları çarşaflara bürünmüş ve
yüzlerini de siyah renkte gayet ince peçeler ile örtülü bazı kadınlar görmüştür.

Bunlar örtünmemiş denecek halde açık-saçık bulundukları ve
adeta matem elbisesi giymiş Hristiyan kadınlarına benzedikleri için
Müslüman olduklarından tereddüt edilmiştir.
İzaha gerek bulunmadığı şekilde,
bu muazzam İslâm devletinin Allah’ın izni ile kıyamete kadar bekası ve yükselmesi,
kadın-erkek bütün Müslümanlar’ın her türlü hal ve
hareketlerinde şeriatın hükümlerine son derece dikkatle uymalarına bağlıdır.
Bunun aksi, Allah esirgesin gerek fertler, gerekse de devlet için maddî ve
manevî sonsuz zararlara sebep olur.
Bu yüzden İslâm kadınlarının ilâhî emirlerdeki usullere ve
âdâba azâmî derecede dikkat ve itina etmeleri lüzumunu beyana gerek yoktur.
Bu çarşaflar ise İslâm kadınları hakkındaki örtünme emrine asla
muvafık ve müsait olmadığı gibi, bir maksatla şuraya buraya girmek için
bazı münasebetsiz erkekler tarafından da bir yerde fesat ve mel’anet için kullanılmaktadır.

Hattâ geçenlerde bir erkek bu şekilde çarşafa bürünerek kadın kıyafetinde ve
silâhlı olarak bir eve girip evdeki kadının üzerine hücum etmiş,
çaldığı eşyayı pencereden dışarıya atarak savuşmuştur.
Din ve devlet düzeni bakımından açıkça görülen zararlarından dolayı
bu konu gereken kişilere uygun şekilde anlatılıp gerekli uyarılarda bulunulmak suretiyle
kadınların çarşaf giymelerinin yasaklanması, padişahın emridir.
4 Ramazan 1309 / 20 Mart 1308 (2 Nisan 1892).”
Görüldüğü gibi kara çarşaf İslam’ın örtünme emrine uygun değil deniliyor.

15 Ağustos 1881 ve 27 Temmuz 1882 tarihli Levant Herald gazetesinde
yayınlanan haber bu yasağa şöyle değinir:
“Şeyhülislamın başvurusu ve padişahın buyrukları üzerine Emniyet Müdürlüğü,
Devlet Şurası’yla fikir birliği halinde Müslüman kadınların topluma açık yerlerde
nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir yasa çıkarmıştır.
Bu kanuna göre, kadınların açık ve kalabalık yerlerde “çarşaf” giymeleri yasaktır.
Ama bu örtüyü tenha sokaklarda ve misafirliklerde kullanabilirler. (15 Ağustos 1881)”

Peki, nereden geldi bu kara çarşaf?
Bir de bunun tarihçesine bir göz atalım…
Çarşaf sözcüğü dilimize Farsça “gece örtüsü” anlamına gelen
çâder-şeb sözcüğünden geçmiştir.
Peçe sözcüğünün ise Türkçe mi yoksa Farsça kaynaklı mı olduğu kesin değildir.
Günümüzde birçok Müslüman, çarşaf ve peçenin İslamiyet’le birlikte ortaya çıkan ve
Ahzap suresi 59. ayetinde sözü edilen “cilbab” olduğunu düşünürler.
Oysa Arap toplumunda ne Cahiliye döneminde ne de
Muhammed döneminde çarşaf giyildiğine ilişkin hiçbir tarihsel belge yoktur.
Yine Nur Suresi’nin 31. ayetinin giysilerle ilgili bölümü şöyle:
“Mümin kadınlara söyle:
Gözlerine hâkim olsunlar, edep yerlerini korusunlar.
Dışta kalan kısımdan başka süslerini açmasınlar.
Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üzerine salsınlar…”

Ne burada ne diğer ayetlerde ne de Peygamberimizin sözlerinde
kadınlar için bir elbise modeli, kumaş çeşidi veya rengi belirlenmemiştir.
Yine aynı şekilde fıkıh kitaplarında kadına nafaka olarak verilecek elbiseler
teker teker belirtilirken hiçbirinde çarşafa rastlanmaz.
Kara çarşaf, Endülüs Emevileri döneminde İspanyol rahibelerinin giydiği bir elbise olarak
Emeviler aracılığı ile İslam coğrafyasında görünmeye başlamıştır.
Örtünme elbette İslamiyet öncesi Arap toplumlarında da vardı.
Örneğin antik dönemlerin en önemli dini ve ticari merkezlerinden biri olan ve
günümüzde Suriye sınırları içinde bulunan Palmira’da yapılan kazılarda
bulunan tabletlerde, örtünmüş kadınların tasvirleri bulunur.
Gerçekte çarşafın ve peçenin kökeni binlerce yıl öncesine,
Sümerlere kadar uzanır.
Pagan inanca sahip Sümer toplumunda kendilerini
Tanrıya adayan tapınak fahişeleri,
diğer kadınlardan ayırt edilebilmek için çarşaf ve peçe takarlardı.
Yalnız yanlış anlaşılmaması için belirtmekte fayda var,
O dönemde tapınak fahişeliği kutsal bir görev olarak görülürdü ve
bu nedenle zaman zaman kralların kızları dahi kendilerini bu göreve adarlardı.
Zaman içinde, özellikle tek tanrılı dinlerin doğmaya başladığı zamanlarda
çarşafın ve peçenin amacı tam tersi yönde değişime uğradı.
Fırat ve Dicle ırmakları arasında uygarlık kuran Asurlular döneminde
özgür kadınların kölelerden ayırt edilebilmesi için örtünmesi yasa ile zorunlu tutuldu.
Günümüzde Berlin Müzesi’nde bulunan Asurlular dönemine ait tabletlerde
kadının örtünmesiyle ilgili 40. yasa şöyledir:
“İster evli kadınlar, isterse dul kadınlar veya Asurlu kadınlar olsun,
sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır.
Fahişeler ve köleler örtülü değildir.
Örtünen fahişeler tutuklanacaktır.”

Asurlu kadınlar gibi Yahudi kadınların de başı açık olarak toplum içinde dolaşmaları yasaklandı.
Nitekim Tevrat‘ta kadınların, kendilerine nikâh düşen erkeklerden kaçması ve
güzelliklerini, ziynetlerini onlardan saklamaları gerektiği açıkça yazar.
Buna benzer emirlere İncil‘de de rastlanır.
Paulus’un Korintoslulara Birinci Mektubu’nda, dua ederken
kadınların saçlarını örtmeleri veya toptan kesmeleri emrolunur (11. kısım, 5-7 ayetler.)
Türklerde örtünme kültürü ise İslamiyet’in kabulünden oldukça uzun zaman sonra başlar.
Müslümanlığı kabul eden Türklerin 9. ve 11. yüzyıllarda
yaşam biçimleri geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu.
İslamiyet’in kabulünden 14. yüzyıla kadar Türk kadınları yüzlerini kapamamış,
çarşaf ve peçe gibi örtüler kullanmamış ve
toplantılara erkeklerle birlikte “başları ve yüzleri açık” olarak katılmışlardır.
Türklerde peçe giyilmesine ilişkin ilk tarihi kayıt
I. Murat döneminde (1360-1389) dönemine aittir.
Çarşaf, Türkiye’ye Tanzimat döneminde hacca gidip gelenler tarafından
Araplar veya muhtemelen İranlılar’dan alınmak suretiyle getirilmiştir.
İran’daki çarşaf geleneği ise İslamiyet’ten önce, 2. Yezid dönemine aittir.
Bu dönemde kadınlardan utanıldığı için genç kız mı, kadın mı olduğu anlaşılmasın diye
dışarı çıkarken giyilen kıyafettir çarşaf.
Onlar buna çadur derlerdi, bu gelenek İslam’dan sonra da devam etti.
Çadur biraz daha modernize edilip çarşaf halini aldı.
Önceleri pek tutulmayan, hatta bid‘at olduğu ileri sürülen çarşaf,
1870’te çıkarılan bir emirnâme ile ince yaşmak ve
feracenin yasaklanmasından sonra yaygınlaşmıştır.
Tarihçi Şikari, Karaman Tarihi adlı kitabında
Türk kadınlarının peçe takmaya başlamasını günümüz Türkçesiyle şöyle anlatır:
“Halifeliğin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlıya geçmesi ve
Mısır’dan Arap Yarımadası’na kadar bölgenin Osmanlı sınırlarına katılması bir milat oldu.
Toplum içinde kadının yaşam tarzında ve giyinişinde değişmeler ve yasaklar başladı.
Yine de Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar çarşaf,
yaygın bir giyim biçimi halini alamadı.
Çarşaf ilk başlarda baştan yere kadar uzanan, kolsuz, tek parçalı bir giysiydi.
Meşrutiyet’in ardından çarşafta değişimler yaşandı.
Başı ve omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve
belden aşık kemiklerine kadar inen bir etek olmak üzere çarşaf,
iki parçalı bir dış giyim haline geldi.
Fakat çarşaf giyen kadınların sayısı oldukça azdı.
Çünkü çoğunluk tarafından çarşafa,
Hristiyan kadınların giydiği bir elbise gözüyle bakılıyor ve
Hristiyan âdeti olduğu gerekçesiyle uzak duruluyordu.”

Şimdi ise bazı kesimler bu âdeti edinmeyen kadınları Müslüman olarak görmüyor bile.
Hâlbuki Türk kadını her zaman önde ve ileride olmalıydı.
Çarşaflara bürünüp eşinin arkasında kaybolan ve başına gelen her şeye razı olan değil,
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi göklerde olmalıydı Türk kadını.
"Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir" sözleriyle,
toplum içinde kadınlara verdiği önemi her fırsatta dile getiriyordu.
Ve Türk kadının ülküsünü ve hedefini şu sözlerle anlatıyordu;
“Dünyada her şey kadının eseridir.
Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa,
erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.”

Tarikat liderlerinin cenazelerine milyonların katıldığı,
dinin değil dinciliğin ülkenin her kurumu ele geçirdiği bir süreçten geçiyoruz.
Din adı altında dayatılan Arapçılık ile ülkemizin Türklük bilincini silmek istiyorlar.
O yüzden bilgi her şeydir.
Bu bilgi Türkün tarihçesi de olsa çarşafın tarihçesi de…
Kaynaklar Türk kadınlarının güzel, temiz ve namuslarına çok düşkün olduklarını kaydetmişlerdir.
Kurganlarda bugünkü söylenişi ile makyaj malzemelerinin bulunması
bize bakımlı olduklarını, güzel görünmek için yanaklarına allık sürdüklerini,
gözlerine rastık çektiklerini gösteriyor ki
yine ayna da en fazla bulunan eşyalar arasında yerini almıştır.
Bununla birlikte kıyafetlerine de son derece önem verdiklerini,
temiz giyimi tercih ettiklerini,
başlık süslemelerinin her birinin yaşamdaki bir geleneği temsil ettiğini,
baş, beden ve ayak giyimlerine önem verdiklerini,
deriden, yünden veya ipekten kıyafetler giydiklerini,
tunik tarzında ceketleri tercih ettiklerini, dövme yaptırdıklarını da söyleyebiliriz.
Tarih savaşçı ve lider Türk kadınlarını yazmıştır.
Saka/Messaget Hatunu Tomris Hatun ilk örneğimizdir.
O, MÖ 6. yüzyılda yaşamıştır.
Ondan tam bin yıl sonra Sabarların Hatunu Boğarık
MS 6. yüzyılda ikinci örneğimiz olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ondan sonra ise yine Buhara Melikesi Kabac Hatun’dur.
Nitekim yönetimde etkili olan bu kadınların kendilerine ait
köyleri, şehirleri, özel koruma birlikleri, hizmetlileri, sarayları ile
yine kendilerine ait özel gelirleri olmuştur.
Kağanla birlikte adlarına para bastırılmıştır.
Bugün biz Türk kadınının tarihte var olan gücünü yeniden gelecek kuşaklara aktarmalı ve
devletin en küçük birimi, bir anlamda çekirdeği olan ailenin
en önemli unsuru annenin yani kadının bilinçlenmesi için var gücümüzle çalışmalıyız.
Kadınlarımız ve kızlarımız kara çarşaflı Orta Doğu zihniyetini değil,
kendi tarihindeki güçlü Türk kadınlarını örnek almalıdır.

image.webp

Yazarın Diğer Yazıları