Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Kaybedilen vatan topraklarına Sadrıazam'ın gözyaşları

Yeryüzündeki son Türk İmparatorluğu olan Osmanlı cihan devletinin bir emrivaki ile girdiği Birinci Dünya Savaşı yenilgi ile sona ermişti. İktidar partisi İttihat ve Terakki liderleri ülkeyi terk ediyorlardı. Vatanımız işgal edilmek üzere idi. Son Sadrıazam olan Talat Paşa da bunlardan biri idi. Meclis-i Mebusan Reisi olan Halil Paşa’nın konağına vedaya gitmişti. Aynı zamanda savaşın kaybedilmiş olduğunu da o gün bildirecekti. Olayın görgü şahidi Meclis-i Mebusan Reisi Halil Paşa’nın oğlu Nahid şöyle anlatır:
“... Konağın önünde arkadaşlarımla oyun oynuyorduk. Birden Sadrıazam Talat Paşa’nın arabası göründü. O zamanlar İstanbul’da hemen hemen tek bir otomobil vardı. O da Sadrıazam Paşa’ya tahsis edilmişti. Hemen koştum. Sadrıazam Talat Paşa:
- Nahid, baban evde mi? diye sordu. Ben:
- Hayır Paşa hazretleri, dedim. Bana:
- Beni babanın çalışma odasına götür, selâmlıktaki odasına değil.
Konağın ikinci katındaki Marmara’ya ve Boğaza bakan çalışma odasına götürdüm. Orada pencereler yere kadar inerdi. Boğaziçi ve Marmara berrak bir şekilde görünürdü. Paşa büyük maroken koltuğu pencerenin yanına çekti. Oturdu. Daha sonra yine bana hitap ederek:
- Nahid gel yanıma otur, dedi. Dizinin dibine oturdum. Paşa:
- Nahid, -dedi- bana bir vatan türküsü söylesene. Ben mahcup ve kırgın:
- Ben vatan türküsü bilmiyorum ki Paşa hazretleri, dedim. O:
- Sahi, sen gâvur mektebinde okuyorsun (Robert kollejde). Orada sizlere vatan türküsü öğretmezler, oğlum. Öyle ise ben sana bir vatan türküsü söyleyeyim, diyerek o yıllarda İttihat ve Terakki Mektepleri’nde çok söylenen
“Türk yurdu, mübarek vatan/Sen ne güzelsin
Dağlarında altın başaklar/Zümrüt ovalarında altın ırmaklar akar
Hain düşmanlar sana hasretle bakar.”
Diye devam eden türküyü söylemeye başladı. Ben bağrı yanık Sadrıazam’ın türküsünü dinlerken baktım yüzüme sıcak yaş damlaları dökülüyordu. Sadrıazam Paşa ağlıyordu. Bu durum ne kadar devam etti bilemiyorum. Büyülenmiş gibiydim. Birden kapı çaldı. Odaya babam girdi. Sadrıazam yerinden fırlarcasına kalktı. Babamın boynuna sarıldı ve:
- “Halil, Halilciğim memleketi kaybettik.” diyerek ağlamaya, inlemeye başladı. Odanın kapısına çıktım. Fakat bir türlü oradan ayrılamadım. İki büyük devlet adamı içerde hıçkıra hıçkıra kaybedilen vatan toprakları için gözyaşı döküyorlardı. Onların hıçkırık sesleri bana kaybedilen vatanın hicranına ağlayan en içli bir mersiye gibi gelmişti...”
Yukarıya aldığımız anılar dünkü yazımızda Türk vatanını yıkmak için kurulan Robert Kollej’in misyonunun da ne olduğunu vurgulayan çok önemli bir tarihi olgudur. Bugün de aynı misyonların renk ve şekil değiştirerek aynı tempoda seyrettiğinin şahidi olan pek çok olay gözlerimizin önünde devam etmektedir. Soros olayında ve emsali vatan ve millet düşmanı olaylarda görüldüğü gibi. Rahmetli büyük edebiyatçımız aziz dostum Nihat Sami Banarlı bize:
-  “İstiklal Marşımız büyük bir milleti asırlarca ayakta tutacak kadar manâlı ve güçlü mısralarla örülmüştür...”  derdi. İşte o İstiklâl Marşımızın ölümsüz büyük şâiri Mehmed Âkif Ersoy’un bir başka beyiti:
“Girmeden tefrika bir millete düşman
giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez...”
Yeter ki milletçe uyanık olalım. Yoksa yukarıdaki olayda olduğu gibi devletimizin başında bulunanlar da bir gün gözyaşı dökmek durumuna düşebilirler. Allah korusun.

Yazarın Diğer Yazıları