Kazanmak mı kaybetmek mi?

Bayram ertesi yazı yazmak kolay değildir. Hele ramazan ayı ve bayramı ile oluşan manevi atmosferin ardından, şahsen ümitleri tamamen kırmamak hatta taze tutmak için her yazıda umut bahşeden noktalara dikkat çekmeye gayret göstersem de, kalemini eleştiri odaklı kullanmaya alışmış bir yazar açısından iş daha zor.
Hadiseleri “ben ve onlar” yahut “biz ve ötekiler” üzerinden karşıtlık/düşmanlık zemininde kurgulamaya alışkın olanlara acıyarak ve üzülerek bakıyorum. Hayat görüşüne ve ideallerine büsbütün ters fikirleri aynı anda savunabilenleri esefle izliyorum. Bir yandan ülkenin yüzde 98’ini Türk ve Müslüman kabul ettikten sonra aynı anda tüm yaşam enerjisini küçük bir azınlığa karşı beslediği öfkeyle heba ediyorlar.
Kimi kendince şeytan taşlamaktan hakikatin etrafında pervane olmaya zaman ayıramıyor, kiminin de bedduadan duaya vakti kalmıyor. Öfke ve nefret duyguları, sevgi ve vicdan hislerini baskılamış... Aslında benliğinin esiri olmuş yalnızca egosunu konuşturuyor. Çevrelerindeki dar bir grubu tutabilmek için herkesi ve zayıf bir şüphe ile her iyi şeyi karalıyor...
Hele bazıları var ki, araya sızmış birkaç münafığı bertaraf etmek için toplumun yarısını kaybetmeyi göze alabiliyor. Pire için evini, yurdunu yakacak kadar gözü kararmış...
Oysa kaybetmek yerine kazanmak esastır. Anlatabilmenin yolu anlayabilmekten geçer. Çoğu kez ‘algı’ ve ‘anlamak’kavramları karıştırılıyor. Algıyı kişinin kendi bilgisi, kültürü, geleneği, zaafları belirler. Önyargılıyı empati kurmaya ikna etmek renk körüne gökkuşağını tarif etmekten daha zordur.
Anlamıyorlar diye isyan etmektense niçin anlatamıyorum diyerek nefis muhasebesi yapmak gerekir. “Acaba benim hangi huyum muhatabımı doğruyu görmekten alıkoyuyor” diye düşünmek lazım. Din ve milliyet gibi değerlerden gençler niçin uzak duruyor? Davasını temsil ettiğini sananların kusurları yüzünden toplumun kaçta kaçı “biz”den kaçıyor ve “öteki”leşiyor!
Milli Mücadele ruhuna destan yazanlar nasıl olup da halka cahil ithamı yöneltebilir. Bilgisi az ve tahsili düşük olabilir ancak milletin basiretine ve sağduyusuna itimat edilmelidir. Halkın desteğini alamayanların önce kendisini sorgulaması gerekir. Peki, siz kendinize ne kadar güveniyorsunuz? Yoksa insanlar davranışlarınızdan işkilleniyor ve samimiyetinizden şüphe mi duyuyor?
Önyargılarınızın kırılmasından korkmayın. Liderlik düşman korkusuna, yani sosyal travmalara ihtiyaç duymadan toplumu yönetebilme sanatıdır. Hasmınız sizi dinç tutabilir ama varlığınızı rakibinize borçluysanız, sizin de onlardan ne farkınız kalır.
Bayramlaşmalar bunun için güzeldir. Kapısını çalmadığımız kimselerle “komşu” olduğumuzu söyleyebilir miyiz! Kamu vicdanının oluşması karşılıklı ziyaretlerle gerçekleşir. Ortak tarih şuuru beraber oturup konuşmakla güçlenir. Sovyet yönetimi sırasında Azerbaycan’ı tamamen asimile olmaktan kurtaran yegâne dini ve milli unsur; cenaze törenleri ve bayramlaşmalardı.
Fakat en son CHP ve AKP bayramlaşması gibi, şeker tadında bir muhabbet yerine muhatabını iğnelemek, tribünlere yönelik atraksiyonlara girişmek ve medyatik şovlarla maksat hasıl olmadığı gibi aksine insanlara yeni hayal kırıklıkları yaşatır. Halbuki sadece selamlaşmayla ve hal hatır sormayla çözülmez zannedilen sorunların çoğu öyle kolay halledilebilir ki...

Yazarın Diğer Yazıları