Kendi test tüpüne hapsedilmek

Ülkemizde ve çevremizde yaşanan sosyal faciaların temel sebebi Türkiye’nin dünyada bulunması gereken yerde duramamasıdır. Elbette, evde huzur sağlanamazsa sokak da güvenli olmaz. İç sorunlar kronikleşme eğilimi gösterirken toplumdaki vicdan duygusu derinden sarsılmıştır. 2009’da Bilge köyünde aynı din, dil, ırk ve kültürden aileler arasında işlenen katliam, ahlaki değerleri sarsılan kişilerin eline silah verildiğinde nasıl vahşileşebileceğini ispatlamıştır. Dumanı halen tüten diğer olay Antakya’nın Apaydın köyündeki sosyal cinnettir. 17 yaşında bir gencin saygısız tavırları üzerine çıkan aileler arası kavgada önce ölüm ve yaralama olayları, şimdi de 300 kişinin oturduğu mahallenin ateşe verilmesiyle alevleniyor.
Ailede başlayan çözülme, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-İslamcı, Gezi olayları vs.. ayrışmalara zemin oluşturuyor. Şehirleşme aşamasını tamamlamayan, taşra kültürü ile TV’lerden taşan göz kamaştırıcı sosyetik yaşam tarzları arasında sıkışan, kimisi kredi kartlarına mahkum, değerlerinden uzaklaştırılmış, kanaat önderlerine de güveni veya saygısı kalmamış kesimleri hangi sosyal sistem huzur içinde yönetebilir.
Geri kalmış toplumların iç kavgalarından yararlanarak çıkar çarklarını döndürenler, döngünün sürmesi için diktatörleri desteklediler. Ancak Soğuk Savaş döneminin vadesini doldurmasından sonra duvarlar yıkılınca, Asya ve Afrika’nın ezilen halkları haklarını aramaya girişti. Toplumsal gelişmelerin önünde durulamayacağını bilen Batı zihniyeti önce zincirleri gevşetti, şimdi de “bizim istediğimiz gibi olmazsanız hayatınız zindana döner” mesajını veriyor. Bölgede yaşanan darbeler ve iç çatışmalardan beklentileri, sömürdükleri ülkedeki demokratik kurumların bir şekilde gelişerek denetim mekanizmalarının işlemesini engellemektir. Çünkü biliyorlar ki, yolsuzluk ve zulüm düzeninin sorumluları araştırılırsa bir gün hesap verme sırası kendilerine de gelecektir.
Aynanın karanlık yüzünde ise, Batı tipi demokrasilerin arka planında zaten kitlesel katliam korkusu vardır. Avrupa ve Amerika’da demokrasiler onlarca yıl süren iç savaşların ardından kurumsallaşmıştır. Çıkarları uğruna kan akıtmaktan yılan toplum kesimleri, savaşmaktan yorulduğu zaman, aralarında toplumsal sözleşmeler imzalamıştır. Demokrasi özünde saygıya değil korunma dürtüsüne dayanan bir düzendir.
Suriye ve Mısır’da yaşanan iç savaş ve çatışmalar, Avrupa’nın 20. Yüzyılın ilk yarısında, Türkiye’nin son 60 yılda ve Asya’da Türk cumhuriyetlerinin 20 yıl önce yaşadıkları siyasal hadiselerin geciktirilmiş versiyonlarıdır. Dünya savaş ve lüks tüketim lobilerinin çatışmalarına sahne oluyor. Petrol ve iletişim sektörleri ise her iki lobinin çatışmasından nemalanıyor. Fanatik ve radikal örgütler savaş lobisinin çıkarlarına hizmet ederken, barışçıl organizasyonlar lüks tüketimi teşvik eden lobilerle birlikte hareket ediyor.
Türkiye maalesef, baharı görmeden çürüyen ‘Arap kıyamı’nda lüks tüketim lobisiyle hareket etti ve dünya kamuoyunun büyük bölümü tarafından da desteklendi. Ancak yaşadığımız coğrafyada İsrail’in varlığının savaşlar üzerinden devam edebileceğini planlayan savaş lobisi yeniden hakim geldi. Bölge istikrarsızlaşırken Türkiye’nin de karizması fena halde çizildi.
Siz uluslararası ilişkilerde dilediğiniz kadar  “sıfır sorun”, “insani boyut”,  “değerli yalnızlık” politikaları geliştirin... Eğer dinamik bir süreçten geçerken “kendi test tüpünüze hapsedilmek” istemiyorsanız, size yöneltilen eleştirileri ahlaki ve bilimsel sorumluluk gereği dikkate almanız gerekiyordu. Ahmet Davutoğlu’nun, aslında stratejik derinliği olan ilk, programlı dış politika uygulaması, maalesef kraldan fazla kralcı ‘yandaş kalemler’ eliyle eleştirilmez kılındı. Davutoğlu da, ne politikalarını yürütebilecek diplomatik kadro yetiştirebildi ne de sahadaki uygulamaların sonucunu test edebileceği sivil toplum kurumlarıyla sağlıklı ilişki kurabildi. Yanlışı doğrusu birbirine karışmış istihbarat bilgilerine güvenmenin akıbeti ise ortada...
Türkiye uzun vadede ahlaki duruşuyla, diplomasi tarihinde örnek gösterilecek duruşlar sergilese de korkarım akan bunca kan arasında onlar da pek görünmeyecektir. Kangrene dönüşmek üzere olan bölgeye acil müdahale tedbirleri devreye sokulamazsa ilkeli davranışların teker teker felakete dönüştüğünü göreceğiz. Elinizden bir şey gelmiyor ve Batılı dostlarınızı ikna edemiyorsanız hiç olmazsa ocağı yanan komşularınızın evini taşlamaktan vazgeçin!

Yazarın Diğer Yazıları