Kerkük düşerse, Türkiye düşer!

Kerkük düşerse, Türkiye düşer!
Kerkük yeniden gündemde... Gündemde ama Türkiye’nin gündeminde değil. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek, Kerkük'te yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi.

Salim Yavaşoğlu / Yeniçağ

Kerkük’teki fiili işgali resmileştirmek anlamında Barzani’nin ve bu işgali ve tarihi Türkmen şehrinin Kürdistan’a bağlanmasını önleyebilmek için seslerini duyurmaya çalışan başta Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi olmak üzere Iraklı Türklerin gündeminde. Ama Iraklı Türklerin sesini Türkiye’de
duyan yok.

Öyle ki Kerkük’te Barzani’nin bayrağının resmi dairelerde göndere çekilmesine Türk Dışişleri sadece “Yadırgadık” diye tepki gösterebildi. Türkiye’nin “Yadırgadık” açıklamasına, Kerkük Valisi NecmeddinKerim’den, “Ankara ve  İstanbul’da göndere çekilen Kürdistan bayrağının Kerkük’te de göndere çekilmesi sizi niye rahatsız ediyor, bu Türkiye’nin işi değil” cevabı geldi ama Türkiye’den buna hiçbir karşılık verilemedi.

Halbuki BM bile Kerkük’teki bu gelişmenin çok tehlikeli boyutlara ulaşabileceğinden endişe duyduğunu açıkladı. Çünkü Irak anayasasına aykırı olarak, tarihi ve sosyolojik gerçeklere aykırı olarak Kerkük’ün demografik yapısı zorla değiştirildi ve şimdi de bu fiili duruma hukuki kılıfyaratılmaya çalışılıyor.
 

21 Mart’ta Nevruz gerekçesiyle Kürt asıllı KYB üyesi Kerkük Valisinin isteğiyle Kerkük’te kale ve resmi dairelere Kürdistan bayrağı çekildi. Bunun sürekli hale gelmesi için 28 Mart’ta Kerkük İl Meclisi’nde oylama yapıldı. Kürt üyelerin çoğunlukta olduğu Meclis’te bu öneri kabul edildi. Tabii bu bayrak krizinin yanında ikinci planda
kalan bir konu var ki o da resmi dil ile ilgili. Yine Kerkük Valisi’nin talimatıyla Arapça’dan sonra Kürtçe ikinci resmi dil oldu.

Türkmenlerin yani Iraklı Türklerin kendi topraklarında yok sayıldığı bu ortamda belki de en önemli baskı Türkçe üzerine yapılmış oluyor. Nitekim Prof. Dr. İlber Ortaylı, 26 Mart’ta Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında bu gelişmeyi, “Kerkük’te Türkçe evin içine hapsediliyor” diye tanımlamış. Bu durum hemen olmasa bile Türkçeyi yani dilini kullanamayan Türklerin Türk kimliğinin yok edilmesi sürecinin başlamış olduğu anlamına da gelir. İlber Ortaylı yazısında Irak’ın kuzeyinde 2 milyon civarında Türk nüfusu olduğunu söylerken bugün elden giden Kerkük’ün yanında Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti olan Erbil’in de bir Türk şehri olduğunu vurguluyor.

Irak Başbakanı Hüseyin el- İbadi, Kerkük’te Kürdistan bayrağı gönderde kaldığı sürece Kerkük’e merkezi bütçeden verilen ödeneğin gönderilmeyeceğini açıkladı. Görünen o ki Bağdat yönetimi de Kerkük konusunda yani Kerkük’ün Bağdat’tan gasp edilmesini önleme bağlamında Mesud Barzani ile savaşmak gibi bir niyeti yok. “IŞİD’den kurtarıyoruz” gerekçesiyle Kerkük’ü işgal eden Barzani ve Peşmergeleri şimdi de Kürdistan bayrağı çekerek bunu resmileştiriyor.


Bağdat yönetimi de muhtemelen ABD’den gelen telkinlerle (Kendi aranızda savaşmayın IŞİD’e odaklanın) Kerkük’ü Barzani’ye bırakmış gibi davranıyor. Böyle bir anlaşmanın Musul operasyonu başlamadan yapılmış olması da büyük ihtimal. Ama her şey böyle gerçekleşecek anlamına gelmiyor. Şii olmalarına rağmen milliyetçilik yani Iraklılık duyguları ağır basan Maliki ve Sadr gibi siyasetçiler ve tabii ki İran’ın Irak’ın bölünmesi anlamına da gelecek Kerkük’ün el değiştirmesine seyirci kalması beklenmemelidir.

Nitekim geçen haftalarda Kerkük’te İran’a yakın KYB Peşmergelerinin petrol sahalarını basıp üretimi bir süreliğine engellemeleri bunun bir işaretidir. Bu olayda KYB Peşmergelerinin PKK ile işbirliği yaptığı da bilinmektedir. Aynı işbirliği (İran-KYB-PKK) Sincar bölgesinde de vardır. Ayrıca PKK’nın Barzani yönetimine yani KDP Peşmergelerine meydan okumasının arkasında bu işbirliği vardır. Çünkü İran hiçbir şekilde Türk hükümetinin mutlak desteğini almış Barzani’nin bağımsızlık ilan etmesine sıcak bakmamaktadır.

İşte böyle bir ortamda Neçirvan Barzani’nin bir süre önceki “Bu yıl içinde bağımsızlık referandumu yapacağız” açıklamasını da yukarıda belirtilen gelişmeler çerçevesinde okumak gerekir. Bu açıklamanın arkasında muhtemelen Kerkük’ün kendi yönetimlerine bağlanacağına ilişkin bir garanti ya da beklenti var gibi gözüküyor. Kerkük petrollerine sahip olacak Barzani bağımsız bir devlet için gerekli ekonomik kaynağa da sahip olmanın hesaplarını yapmış olmalı ki bu açıklamayı yapabiliyor. İran değişik gerekçelerle Irak’ın bölünmesine, Barzani’nin bağımsızlık ilanına karşı duruyor olabilir. Ama İran’dan önce Türkiye bu bölünmeye, Kerkük’ün el değiştirmesine ve Barzani’nin bağımsızlık
hayallerine en sert şekilde karşı durması gerekiyordu.

Çünkü Irak’ın bölünmesi İran için olmasa bile Türkiye için hayati bir konu. Aslında Türkiye’nin geleneksel politikası bu yöndeydi. Ancak 2008’lerde başlayan açılım politikalarıyla birlikte Türk hükümetinin Barzani politikası da neredeyse 180 derece değişti. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler Türk hükümetinin Barzani yönetimini kabullenip
stratejik ortak haline getirmesinin bir benzerinin Suriye’de terör örgütü bağlamında gerçekleştirmesini teşvik ve telkin ediyorlar.

Barzani ile Türk Hükümeti arasındaki ilişkilere bakınca bu konuda da çok iyimserler.  Bu durum o ülkelerin açıklamalarına ve raporlarına da yansımış durumda. Yani görünen köy kılavuz istemiyor ve Irak’taki senaryonun Suriye’de de yaşanması olasılığı giderek artıyor. Hal böyle olunca Türk hükümetinin Kerkük’teki bu durumu kabullenmesi ve geri çekilmesi bu hızla devam ederse Kerkük’ün düşmesi an meselesidir. Bunu Suriye kuzeyindeki gelişmeler takip edecek ve Suriye’de bölünecektir. Bundan sonraki hedefin ise Türkiye olması kaçınılmazdır. Türk hükümeti bu gelişmeleri dikkate alarak hızla bütün bir Orta Doğu politikasını yeniden belirlemelidir. Bölgede olaylar çok hızlı gelişmektedir. “El Bab’ı alalım sonra bakarız”, “Menbiç’i halledelim sonrasına bakarız”, “Rakka çözülsün gelişmelere göre karar veririz” diyecek bir yaklaşım doğru değildir.

Çünkü Türkiye, Menbiç’e odaklanırken bölgenin diğer noktalarında askeri- politik operasyonlar durmamaktadır. Sahadaki gelişmeler o kadar hızlıdır ki, “16 Nisan’dan sonra duruma bakacağız” yaklaşımı bölgede kaybetmeyi gözealmaktan başka bir şey değildir. İşte tam da bunun için Türkiye’nin bekasının güvenliği Kerkük’ten başlar. Kerkük düşerse Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi düşer.Sıraya da Türkiye girer. Yani Kerkük düşerse Türkiye düşer... Bu sadece bir slogan değil bir gerçektir. Dolayısıyla Ankara’da, İstanbul’da, Kerkük’te olanlar protokol
kuralları gereği göndere bayrak çekilmesinden çok çok ötede Türkiye için bir beka sorundur. Çünkü bu, Irak’ta başlayacak bölünme ve parçalanmanın Türkiye’yi de vurmasıdır.

İlgili Haberler