Kimin ardından gidilir?

Bizim gibi gençlik yıllarında zihnini Cihan Hakimiyeti Mefkuresi ve Devlet Ebed Müddet felsefesi ile şekillendirenlerin bugünkü çöküşleri kabullenebilmesi imkansızdır. Bir beldeyi koruyamadığı zaman o bölgeden aldığı vergiyi iade eden ataların hayaliyle yaşayanlar açısından devlet; vatandaşlarının hangi millet, ırk, din ve mezhepten olduğuna bakmaksızın din, can, akıl, nesil ve mal emniyetlerini sağlamakla yükümlüdür. Devlet hem bir zenginliktir hem de toplum huzurunun güvencesidir.
Gerileme, dağılma ve yıkılış dönemlerinde yaşananlar maalesef milletimizin hafızasında travmalar oluşturdu. “Bize bizden başka dost yok” noktasından “herkes bize düşman” aşamasına kadar dağılım gösteren bu psikoloji, yeni bir ulus inşasında nisbeten işimize yaradı. Ancak zamanla korku ve endişeler ümitlerimizi de bastırmaya başladı ve “bizden adam çıkmaz” saplantısına dönüştü.
Alevilere yönelik kapı işaretleme provokasyonları yeniden hız kazandı. Oysa şimdiye kadar defalarca ortaya çıktı ki; bu işi cemevlerine ve Alevi derneklerine sızmaya çalışan bazı aşırı sol örgütler tezgahlıyor. Sevgi/muhabbet hamuruyla yoğrulan insanlarımızın arasına korku salıp,  canları Sünni düşmanlığı temelinde yeniden dizayn etmeye kalkışıyorlar. Mümkün mü?
İnsanları korkularını deşerek çevrenizde toplayabilirsiniz. Kendinizin tek kurtarıcı olduğuna da inandırabilirsiniz. Fakat bu ruh haliyle toparladığınız kitle daha ilk tökezlemede dağılır gider. Hayatını korku ve düşmanlık üzerine kurgulayan insanlarla asla bir medeniyet kuramazsınız. Oysa toplumun mayası saydığımız Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaş-ı Veliler, Pir Sultan Abdallar en zor dönemlerde çevrelerine ümidi ve insanlığı yayıyordu. Hâlâ onlarla yaşıyoruz.
Polyannacılık oynayalım demiyorum. Elbette ülkemizin dört bir yanı ve kısmen de bünyemizde savaşlar, çatışmalar, ekonomik iflaslar ve terörler varken her şeyin güllük gülistanlık gösterilmesi saflık olur. Fakat devletin bekçiliğine soyunmak herkesin işi değildir. Üstelik gereksiz, beyhude hatta zararlı bir işgüzarlıktır. Devlet mekanizması içinde çözülmesi gereken sorunlara sokaktaki adamın gelişigüzel karışması sadece kaos çıkarır. Aslında bizim en büyük sorunumuz; bilgisi, görgüsü, uzmanlığı ve ustalığı ile kendi çevresinde bile saygınlık kazanamayan insanların devlet yönetmeye heveslenmesidir.
Eğer gerçekten memleket meseleleri üstüne kafa yoruyor ve bir şeyler yapmak istiyorsanız, sivil toplum kuruluşlarını ve partileri harekete geçirmeniz gerekir. Onlar da sessiz kalıyorsa, sizin gibi düşünenlerle biraraya gelerek hareket ve platformlar oluşturursunuz. En önemlisi bu konularda doğru dürüst araştırmalar yapacak, raporlar hazırlayacak merkezler kurulmasıdır. Sokaktaki hareketler yollarda dökülüp dağılmaya mahkumdur. Devrimlerin tarihini okuyanlar bilir, kitle eylemleri sokaktaki adamı yönetime getirmez, sadece saraydaki elit grubu değiştirir.
Biz sıradan vatandaşız, kime inanacağız mı diyorsunuz? Entelektüeller arasında “aydın cehaleti” ve “aydın ihaneti” kavramları yaygındır. Mürekkep yalamakla cahilliğin ortadan kalkmadığını hepimiz biliyoruz. Fakat milletimiz zekası ve basiretiyle kazandığı “çarıklı erkan-ı harp” unvanıyla çoğu kez sözde aydınlara doğru yolu göstermiştir. İnsanımız sağduyusuyla; büyük laflar ettikleri halde saygın çalışmalar üretmeyen, araştırma merkezleri, üniversiteler kuramayan kimselerin ardından gidilmeyeceğini çok iyi bilir.

Yazarın Diğer Yazıları