Kimin bayramı!..

Sevgili okuyucularım; bu ay 2 hafta arayla, iki bayramı yaşayacağız. Biri dini bayramlarımızdan Kurban Bayramı, diğeri ise 29 Ekim’de kutlayacağımız Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin 90. yılı.

 


***

 


Bayramlar sevinç vesilesidir. Ama bizlere bayram şu son bir kaç yıldır zehir oldu. Hele Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin üzerinde kara bulutlar dolaşırken, Silivri’de Hasdal’da, Sincan’da mahpus olan Türk Ordusunun kahraman subaylarını, gazeteci dostları, şehit yakınlarını ve içerdekilerin ailelerini düşündükçe bayram kutlamak doğrusu içimden gelmiyor.

 


***

 


Bugün hali vakti yerinde olanlar kurbanlarını kesecek, belli bir miktarını kendine ayırdıktan sonra etin kalanını ihtiyaç sahiplerine sevabına dağıtacaklar. Bu kurbanın et kısmı. Kurbanın bir de derisi ve bağırsakları vardır kıymetli olan. Her dernek serbestçe deri ve bağırsak toplayabilecek. Sizler mutlaka kurbanın en iyisini seçmek için özen göstermişsinizdir. Aynı şekilde özen gösterip postu yanlış yerlere kaptırmayacağınızı umarım.

 


***

 


Tabii kurban bayramını önemli kılan bir özelliği de kutsal topraklara gidip hac farizasının yerine getirilmesidir. Bu yıl Cumhuriyetimizin 90. yılında bir ilk yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, görevi başındayken eşi ile birlikte hacca gitti. Gerçi sayın cumhurbaşkanımız daha önce de hacca gitmişti. Şimdi; dindar Cumhurbaşkanı’ndan sonra, Cumhurbaşkanı iken hacca gittiği için Hacı Cumhurbaşkanımız da olmuş oldu!
Ne diyelim hayırlı olsun!..

 


***
Çocukken -Atatürk Devrimlerinin en heyecanlı günlerinde de- büyüklerimiz, bayram namazına giderler, kurbanlar kesilir, fakire, fukaraya dağıtılırdı... Civardaki caminin imamına, özel olarak yaptırılan yastık gönderilir ve ölülerimize dua okuması istenirdi!
Yani bu dini vecibeleri yerine getirmek, devrimlere, “laikliğe” karşı olarak düşünülmezdi! Sonra ne oldu?
Ve Bayram sabahları; biz çocuklar toplanıp “başörtülü” büyüklerin ellerini öperdik! Atatürk de, evimize geldiğinde, başörtülü baba anamın elini öpmüştür! Doğru; anası Zübeyde Hanım, eşi Latife Hanım ve onunla birlikte anam ve halalarım da sıkma başlı ve başörtülü idiler. Fotoğrafları duvarlarımda! Ama daha sonra hepsi hiçbir baskı altında kalmadan, başörtüsünü kendiliğinden çıkardı! Bilmem anlatabildim mi?

 


***

 


Her ne kadar bayramı buruk geçiriyoruz dedimse yine de kurbanla ilgili sizi gülümsetecek o çok bilinen fıkrayı hatırlatmak isterim:
Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanım’a aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.
Bir kurban bayramı arifesinde, şair Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Bunun üzerine Haşmet takılmadan edememiş:
- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
Eee, Fitnat Hanım bunun altında kalır mı? Cevabı yapıştırmış...
- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.

 


***

 


Bir fıkra da Bektaşi babasından: Bir Kurban Bayramı arifesinde herkes kurbanlık alıp evine götürürken ünlü Bektaşi Babalarından Nefi Baba kocaman bir torik almış evine götürüyormuş. Yolda rastladığı ahbapları takılmışlar ona:
- “Ne o erenler” demişler, “kurbanlık koç yerine torik mi aldınız?” Nefi Baba:
- “Evet canlar” demiş, “bu sene ‘Sırat’ı denizden geçmek niyetindeyim. Onun için bu ‘Derya Kuzusu’nu kurban edeceğim!..”

 


***

 


Her şeye rağmen bayramınızı kutlarım...

Yazarın Diğer Yazıları