Kırgızistan nasıl kurtulur (mu)?

Kırgızistan’da öyle şeyler oluyor ki, bu sürece “Kırgızisyan” denilmesi bizi hiç de şaşırtmıyor. Geriye dönüp bakıldığında Kırgızistan’ın istikrarını yakalayamayışındaki en önemli sebep çaresizlik, umutsuzluk, yoksulluk ve yolsuzluk sarmalı olarak görülüyor. Aslında ülke içerisinde kendine özgü ve yayılım gücü yüksek bir trajedi yaşanıyor. Kim, neyi, nasıl yapacağını bilmiyor. Halen devrik başkan Bakiyev üzerinden günah çıkarmaya odaklı bir öfke patlaması yaşanıyor. Birçok ülke bu patlamanın yansımalarına bire bir tanıklık ediyor. Geçtiğimiz gün geçici hükümetin Başbakan Yardımcısı Atambayev, Ankara’daydı. Bakiyev ve yapılanlar üzerine kurulu bir konuşma yaptı. Geçmiş hükümetleri suçladı. Ancak söylediği bazı şeyler meselenin iç yüzünü özetler nitelikteydi. “Başkanlık sistemi hiç olmasın, Başkan geliyor han oluyor, parlamenter rejime geçmeliyiz” sözleri ne acı ki yeryüzündeki bütün demokrasilerin son cümleleri arasında gösterilebilir. Liderliğin gücü bir bakıma demokrasi ve otokrasi arasında kurulacak dengeden geçiyor. Bu dengeyi iyi kuranlar başarıyı, kuramayanlarsa sorgulamayı, karşı duruşu ve hatta isyanı teşvik ediyor. Üstelik bir de “han” olmayı sistemleştirmiş, özümsemiş bir yapıya sahipseniz orada değişen tek şeyin sadece tabela olduğunu belirtmek gerekir.
Konuya bu açıdan bakıldığında Kırgızistan’da acilen radikal ve yapısal dönüşümlere ihtiyaç vardır. Yazılı kurallar, demografik koşullar, kaynakların dağılımı ve vilayetlerarası iletişim yeniden düzenlenmelidir. Herşeyden önce yeni Kırgız hükümeti bir şeye karar vermelidir. Biz iki askeri üs arasında oynanan satrancın piyonu mu olacağız; yoksa üreten, çalışan ve az da olsa meydana getirdiği kaynağı kendisi kullanan bir ülke mi? Zaten bu konuda tüm Kırgız halkının kafası karışık. Ve taşlar yerine oturana kadar bunu cevaplamaktan kaçabilirler. Ama ülke olarak er ya da geç bir karar vermek zorundalar. Çünkü 1938’de Atabeyt’te 138 Kırgız aydınının öldürülüp kireç kuyusuna atılması sıradan bir olay olmadığı gibi, tarihe gömülecek bir iradeyi de temsil etmediği açıktır. O günden bugüne olup bitenler, rüşvet, yolsuzluk, sistemsizlik, kanunsuzluk ve “kral öldü yaşasın yeni kral” anlayışının meydana getirdiği kısır döngünün zihinleri ele geçirmesidir. Diğer yandan ülkenin ihtiyacı olan şey, Balasagun’dan dünyaya yakılan Kutadgu Bilig’in ışığında belirmektedir. Sabır, adalet, gayret, inanç, akıl, bilim ve insanı esas alan liderlik... Bunlar yüzyıllar önce Yusuf Has Hacip’in ülkeyi yönetenler için yazdığı somut hareket merkezleridir. Onun için Otunbayev ya da Atambayev... Hiç fark etmez. Çözüm Kırgızistan coğrafyasının derinliklerinde ve bağımsızlığınızda gizlidir.
TİKA yetkilisi ne demek istedi
2 Nisan’da TBMM çatısı altında “Nahçıvan Ruhu” adlı bir panel düzenlendi. Sınırlı bir topluluğun davet edildiği panelin geniş kesimlere duyurulamaması organizasyonun en büyük eksikliğiydi. Çeşitli konuşmaların yapıldığı panelde TİKA Başkan Yardımcısı Mustafa Şahin’in “Hangi dilde anlaşacaksak onu kararlaştırmalıyız; İngilizce mi, Rusça mı, Türkçe mi? Bütün bölge ülkelerinin bu soruyu kendilerine sorup samimi cevap vermesi gerekir” şeklindeki sözlerine Nevzat Yalçıntaş “Duymamış olayım” diyerek karşılık verdi. TİKA’yı beğenelim, beğenmeyelim ki ben de eleştirilecek pek çok yanını sıralayabilirim; Şahin’in sözlerinde yaşanmış zorlukların, aşılamayan iletişim problemlerinin ve sosyolojik çatışmaların izleri yer alıyor. Rusya kendi dili ile anlaşıyor, İngilizce bilenler neredeyse tümüyle sıkıntı çekmiyor ama Türkiye Türkçesi ya da diğerleri ile yazıştığınızda her şey arapsaçına dönüyor. Demek ki resmi yazışma ve iletişim dili kapsamında ciddi bir anlaşma ve ortaklaşma sorunu var. Dolayısıyla bunu tartışmalıyız, sorgulayarak, çözüme kavuşturmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları