MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Yüksek yargının siyasi şovda ne işi var?

Ankara büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 4 bin kişinin katıldığı bir toplantı düzenledi. "2016 ve Sonrası Projeleri" adını verdiği toplantıda Başbakan Ahmet Davutoğlu da bulunmuş. Bununla ilgili haberi dün Hürriyet Ankara gazetesinde okudum. Haber ile birlikte kullanılan fotoğraflardan biri 4 bin kişilik dev salonu gösteriyor, tıklım tıklım dolu. Resim altında yazdığına göre toplantıya katılanlar arasında Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Sayıştay Başkanı da varmış. Böyle siyasi bir toplantıda yüksek yargı temsilcilerinin ne işleri olduğunu merak etmedim değil. Çünkü Gökçek'in açıkladığı projelerden bazıları ile ilgili Danıştay'da davalar var. Gökçek'in yargı kararlarını takmadığını, bildiğini okumaya devam ettiğini de biliyoruz. Sayıştay deseniz, belediyenin hesaplarını da denetlemekle görevli bir kurum. Birçok Sayıştay raporunda usulsüzlükler tespit edildiği de bir sır değil. Yarın Gökçek herhangi bir nedenle yargılanacak olsa, davası sonunda Yargıtay'ın da önüne gelecek. Yüksek yargının işlemlerini denetlemek durumunda olduğu bir belediyenin, siyasi gösterisinde en tepe yöneticileriyle yer alması sadece bana mı garip geliyor?..

Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

 

*

 

"Aaa bunlar bölücüymüş yahu"

(...) AKP şimdi HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için düğmeye bastı. Madem bölücülük yapıyorlar, cezalandırılmaları lâzım! Tamam da…

Onları bu hale siz getirmediniz mi, be mübarekler?

"Açılım" safsatasıyla 3.5 yıl PKK'lıların her türlü şirretliğine göz yuman AKP şimdi "Aaa, bunlar bölücüymüş yahu!" diyor.

Neyse, geç de olsa uyandılar! Ya da, menfaatleri öyle gerektiriyor! Bu ülkeyi gerçek anlamda düşünen siyasetçi o kadar az ki!

Rahmi Turan / Sözcü

 

 

*

 

Eyyy RTÜK...

Orada  TRT'yi izleyen birileri var mı!

TRT'nin TRT-TÜRK TV kanalında 'Nasıl Oldu Ne Oldu' adlı bir program yayınlanıyor... Programın sunucusu Alper Üstündağ, konuğu ise Yavuz Bahadıroğlu idi. Almanya'dan Dursun Atılgan, Bahadıroğlu'nun not alabildiği yanlı, yanlış ve kinci beyanlarını özetlemeyi önemli bir görev sayıyor (...) :

-14 Mayıs 1950'ye kadar iki kıble vardı: Birisi devletin, öteki milletin...

-En büyük yatırım Cumhuriyet dediler. Ama içi boş. Saddam'ın da cumhuriyeti vardı...

- Öğretmenler camileri basardı, hatta bazen jandarmayla birlikte basardı...

- Eski dönem ekmek karnesi dönemidir...

- Çarşafla mücadele haftası vardı... Millete ideoloji dayatılıyordu.

(...)

Atatürk Türkiye'sini vicdansızca ve yalanlarla suçlayıcı bir programın, TRT gibi bir devlet kurumu tarafından yayınlanmasının etik dışı ve hukuk dışı olduğunu söyleyen, Almanya'dan Dursun Atılgan, "TRT yöneticileri hakkında RTÜK'ün bir soruşturma başlatmasını ve konunun TBMM'nin gündemine getirilmesini istiyoruz" dedi.

Yalçın Bayer / Hürriyet

 

 

*

 

En yalansız AKP gerçeği, haberlerdeki şehit evleri...

Akif Kökçe / Milliyet (Açık Pencere)

 

 

*

 

Adam kıtlığında bu kadar

 "Kaht-ı ricâl", kısaca "adam kıtlığı" demek...

Ama burada "adam" terimi ile kastedilen, normal erkek, adam değil, "yetişmiş devlet adamı".

(...)

Genellikle ne bilmediğini bile bilmeyen ama ülkesini tek adam olarak yöneten liderler, çevrelerinde gerçek uzmanları, hukukçuları, bilim insanlarını pek istemezler.

Çünkü diktatörlere göre çevrelerinin görevi, onlara yol göstermek değil, onların aldığı kararları kitabına uydurup hemen ve etkin bir biçimde uygulamaktır!

Bu nedenle, tek adamların etrafları yavaş yavaş boşalır:

Devlet yönetiminde yetişmiş insanlar, deneyimli uzmanlar, bilginler, hukukçular yavaş yavaş ya kendileri uzaklaşır ya da uzaklaştırılırlar.

Bu yetmiyormuş gibi, iktidar savaşı sırasında paranoyaklaşan liderler, çevrelerindeki pek çok değerli insanı da, ilişkilerinden veya düşüncelerinden dolayı "hain" diyerek tasfiye ederler.

Böylece çevrede sadece "Evet efendimciler" kalır.

Onlar da hem cahil hem de korkak olduklarından, hiçbir işe yaramaz...

Liderlerini de hemen hemen her konuda yanıltır, kamuoyu önünde zor durumlara düşürürler.

Emre Kongar / Cumhuriyet

 

 

*

 

Parlamenter sistem fetiş mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan muhtarlara yaptığı son konuşmada; Fransa yarı başkanlığa geçerken bizim "parlamenter sistemi fetiş haline getirdiğimizi" söyledi.

 Öncelikle "fetiş" ne demek ona bakalım. Fetiş "ilkel toplumlarda tapınılan ya da uğur getirdiğine, koruduğuna inanılan nesne" olarak geçiyor sözlüklerde...

 Görüldüğü gibi fetiş "ilkel toplumlar"a özgü bir durum, çağdaş toplumlarda ise siyasette, demokrasinin erdemine inanan ülkelerde devlet sistemlerinin kararında "tapınma veya uğuruna inanma" gibi bir şey söz konusu değildir.

 Ancak o ülkenin mevcut yapısında "bir sistemin uygulanıp uygulanamayacağına, sonucun ne olacağına" bilimsel olarak bakılır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir hafta önce yaptığı konuşmada "Üniter devlette başkanlık olur mu" konusunda "Hitler Almanyası'nda da üniter devlette başkanlık vardı, olmaz diye bir şey yok" demişti.

 Son konuşmasında ise ifade biraz değişti ve "Almanya parlamenter sistemle yönetiliyordu, buna rağmen Hitler gibi bir diktatör üretebildi" dedi.

 Aslına bakarsanız, Hitler Almanyası hiçbir yönüyle 21'inci yüzyıl Türkiye'sinde örnek gösterilecek bir özellik taşımamalıdır. Ayrıca bu konu gerçekten son derece teknik ve karışık bir konudur.

Güngör Mengi / Vatan

 

 

*

1-302.jpg

Ercan Akyol / Mİlliyet