KİTAP / AHMET YABULOĞLU

KİTAP / AHMET YABULOĞLU

TSK'ya sızan ihanet çetesi

Gazeteci yazar Yavuz Selim Demirağ’ın TSK icindeki FETO yapılanmasını ilk defa isim isim deşifre ettiği “İmamların Ocu” kitabı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yeniden gündeme geldi. Bir anda cok satanlar listesinin ust sıralarına tırmanan “İmamların Ocu”nun yeni baskısı okurla buluştu. “İmamların Ocu” ile bugune kadar girilmemiş bir alanda cesur adımlar atan gazeteci-yazar Yavuz Selim Demirağ, “TSK içindeki ’paraleller’nasıl tespit edilecek?” sorusunu gundeme taşıyıp şaşırtıcı cevaplarla bilinmeyen gercekleri okurla paylaşıyor. “İmamların Ocu”, TSK icindeki cemaat yapılanmasını, dunu ve bugunuyle gözler onune seriyor. Uzun sure iktidarın nimetlerinden faydalanan “Paralel Yapı” nın polis, yargı, medya, bankacılık ve eğitimle ilgili calışmaları giderek aydınlanırken, Yavuz Selim Demirağ hala karanlıkta kalan bir noktaya ışık tutuyor. “Peki ya TSK?” diyen yazar, milli guvenlik meselesi haline gelen buyuk tehlikeye dikkat cekiyor. “İmamların Ocu” nde, Harp Okulları’ndaki orgutlenmeden Balyoz kumpasına, Ataturkcu-vatansever subay ve oğrencilerin tasfiyesinden şaşırtıcı ifadetutanaklarına, Casusluk davasından TSK’daki Cemaat soruşturmasına kadar, adı konmamış bir savaşın tarihi belgelerle okura sunuluyor. Onsozu Emin Colaşan ve Nihat Genc tarafından kaleme

Alınan kitaptaki oneli konu başlıklarından bazıları şoyle:

Kuleli’deki ilk cemaat operasyonu

Turkeş: Orduyu siyasete bulaştırmayın

Spitsnaz tipi yapılanma

Calınan sorularla alınan subaylar

1994 Kara Harp Okulu Mezunları

Balyoz tanığının sicili

Yargılandığı halde terfi eden subay

Harp Okulu’ndaki ilk kumpas

“Paralel Yapı” nın ilk telaffuzu

 Dinlemeye takılan subaylar

“Bu darbe planıdır” raporu nasıl hazırlandı?

Once yasalar ayarlanıyor

Adana’daki “MİT TIR’ları” operasyonu

12 Eylul’de vicdanın sesini dinlemek

Temizoz neden tutuklandı

Efgan Ala: “Cemal’in ipini cekin”

Hedefteki askeri hukukcular

Askeri okullarda tasfiyeler

TSK’nın istihbaratı yok

YAŞ kararları ve AKP

MİT Musteşarı Fidan

Harp Okulları’daki oğullar

TSK’da Paralel Yapı soruşturması

Kırmızı Kedi Yayınevi Tel: (0212) 244 89 82

******

Gerçeğin tıpatıp aynı iki görünüşü yoktur!..

Tarihçi Gerald Messadie, “4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar” adlı kitabında II. Ramses’in sahte Kadeş zaferinden Direniş’te havaya uçan milyarlara ve Marko Polo’nun Çin’deki düzmece maceralarına kadar en göz önündeki aldatmacalara değiniyor. Fyodor Kuzmiç adında bir sahtekârın Rus Çarı I. Aleksandr’ın yerine geçtiği bilinen bir gerçekti. Demir maskeli adamın varlığına dair kanıt yoktu. Birinci Dünya Savaşı 1917’de bitebilirdi. Roosevelt, Japonların Pearl Harbor’a saldıracağını önceden haber almıştı. 11 Eylül 2001 saldırıları ABD’deki herkesi şaşırtmadı.

Bu gerçekler uzun süredir biliniyordu. Buna rağmen, kültür ve eğitimin yüzyıllardır dayattığı ve müşterek mirasın tamamlayıcı parçası olarak kutsalmışçasına varlığını sürdüren efsanelere hâlâ mahkûmuz. Tarihî gerçekler yeterince çekici değil mi? Oysa dört bin yıl süren efsaneler, sahtekârlıklar, yok saymalar ve başka yalanlar hâlâ okullarda öğretiliyor. Saint-Germain Kontu, Marie- Antoinette ve Josèphine de Beauharnais’yle ilgili biyografileri

ile doğru sanılan birçok yanlışı düzelten tarihçi Gerald Messadie, “4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar” kitabının önsözünde şu değerlendirmeyi yapıyor: Her bilgi özünde eksiktir ve yeniden incelemelere, dolayısıyla hatalara açıktır. XXI. Yüzyıldaki tedavi yönteminin XX. yüzyılın başındaki tedavi yöntemiyle ancak uzaktan bir ilişkisi olduğunu her doktor doğrulayabilir. Tarih bu kaideyi bozan bir istisna değildir. Tarih nedir? Dönemin belgeleri ve kanıtlarından yola çıkılarak geçmişin anlatımı ya da anlatımlarının birleşimidir. Ama ister antik çağ tarihi, ister geçmiş yüzyılların isterse son birkaç on yılın tarihi olsun, tarih, arkeolojik keşiflerin veya belgeler ve kanıtların ortaya çıkışıyla sürekli değişmektedir. Sonuç olarak, her bilgi doğası gereği eksiktir. Aldatmacayı ortaya çıkarmak, yalanı ortaya çıkarmaktır. Bu felsefi girişim o kadar geniş kapsamlıdır ki bütün bir ömür boyunca sürebilir. Üstelik gerçeğin tıpatıp aynı iki görünüşü yoktur, bu nedenle kendi gerçeğini tarif eden herkes,

karşısındakine istemeden de olsa yalan söyler. Bu özdeyiş de zaten eskidir: “Herkesin doğrusu kendine.”

Öte yandan yalan söylemenin birçok farklı, çoğu zaman karışık bir biçimi vardır. Dürüst yalan, örneğin adli bir olayda bir serserinin görünüşü konusunda yanılan bir tanığın yalanı, kasten söylenen yalandan, örneğin bir

yalancı tanığın yalanından farklıdır. Yalancı tanık, bir hilekârdır. XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sessiz bir devrim giderek daha gürültülü bir hale gelir. Uluslararası bir devrimdir bu. Hep bir ağızdan “Bize yalan söylendi!”

diye haykırılır. Hangi konuda? Geçmiş konusunda. Protesto edenler kimler? Genç tarihçiler. ABD, Fransa, İngiltere, İtalya ve başka yerlerde, meslekleri geçmişi anlatmak olan bu uzmanlar birçok kişinin canını sıkan bir başkaldırıya katılırlar. Kolektif ve aktarılabilir hafızayı oluşturan aldatmacalar üzerine giderek daha çok kitap, inceleme ve dergilerde özel sayılar yayınlıyorlar. Daha XIX. Yüzyılda tarihçi Fustel de Coulanges onlardan erken davranmıştı; “Tarihi öğretmek, bir iç savaştır.” Yalnızca efsane insanın kalbini heyecanla çarptırabilir ve ona harekete geçme hevesini aşılayabilir. Çünkü efsane gerçek olandan daha güçlüdür. Ama yalandır...

********

Edebiyatımızın "Efendi Baba"sı

Ali Muzaffer’in “Kitab-ı Matbuat-ı Osmaniyenin dibâce-i iftiharı Ahmet Mithat Efendi’dir.” cümlesindeki mukaddime, önsöz ya da başlangıç anlamına gelen “dibâce” kelimesi, mübalağalı olmaktan daha çok, bir gerçeği ifade etmektedir. Matbaa kurması ve işletmesi, her alanda sayısız kitap ve risale neşretmesi ve Osmanlı toplumunu okumaya alıştırması gibi büyük emekleri düşünülünce, Ahmet Mithat Efendi’nin Osmanlı yazı hayatını içeren bir kitabın önsözü olarak nitelendirilmesi hiç de abartı olarak algılanmaz. Ahmet Mithat Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nun hayat hikâyesinin yeniden yazıldığı bir devre aittir. Tanzimat ile başlayan modernleşme hareketlerinin getirdiği otorite boşluğu ve kargaşa ortamı içerisinde Ahmet Mithat Efendi, gerek gazete yazıları gerek edebi eserleriyle bu sürecin daha az hasarla atlatılmasına yardımcı olmuş ve bir anlamda boşluğu dolduran bir baba rolü üstlenmiştir. Bu tespit, Ahmet Mithat Efendi’den bahsedilirken kullanılan “Efendi Babamız” tabirinin ne kadar doğru olduğunu da göstermektedir. Salim Çonoğlu; “Bir Hayat Hikâyesinin Kâğıttan Tanıkları / Hikâye ve Romanlarında Ahmet Mithat Efendi” adlı özgün çalışmasında Türk Edebiyatında hayatı ve eserleri arasındaki ilişkinin en belirgin olduğu yazarlardan Ahmet Mithat Efendi’nin ürettiği metinlerle kendi hayatı arasındaki yoğun geçişlilikleri göstererek onun hayatına kendi eserlerinin penceresinden bakmamızı sağlıyor.

Ötüken Neşriyat Tel: (0212) 251 03 50

******

Çocuğunu Türkçe çağır

H. Coşkun Avşaroğlu, “Turkce Adlarımız” adlı kitabı yazmaktaki amacının yalnızca bilgi yazmak değil, Turk’un geçmişiyle bağı acısından duyarlılığımız nedeniyle eksiksiz bir kaynak oluşturmak olduğunu belirterek şoyle diyor: Bir Turk’un yavrusunun adının Turkce olmasının benimsemesi, ad olarak ona Turkce olanı secmesi, ana-babaların birinci gorevidir. Turk adlarını bırakarak yabancı adları benimsememiz, başka kıyılarda gezdiğimiz yeter! Turk kıyılarına cıkıp orada cocuklarımızı Turkce adlarıyla cağırmalıyız.

 

Buğra Yayınları Tel: (0212) 516 52 62

*********

Adım adım bölünmeye

Prof. Umit Ozdağ, İkbal Vurucu’nun,“Turkiye’nin İntiharı” kitabını şoyle değerlendiriyor: “Turkiye gercekten intihar ediyor. Turkiye Cumhuriyeti ayaklarımızın altından kayıyor. Vatan toprakları ve milletimizin bir bolumu PKK’ya teslim ediliyor. Anadolu’nun egemenliğini, İmralı’da yapılan pazarlıklar ile Ocalan ve PKK ile paylaşmaya her gecen gun bir adım daha yaklaşıyoruz. Eğer böyle devam eder ise Turkiye’nin parcalandığını birlikte goreceğiz. İkbal Vurucu işte bu sureci adım adım ve analitik bir yaklaşım ile inceliyor.”

 

Kitapmatik Yayınları Tel: (0332) 351 92 85