Konkordato ve bankalar

Son üç yıldan bu yana, bağıra bağıra, gümbür gümbür, açık açık geliyorum diyen krize tüm piyasa, tüm sektörler, bankalar, kurumlar, kuruluşlar hazırlıksız (!) yakalandı.

Şimdi arka arkaya gelen konkordato, iflas, yapılandırma vs. haberleri büyük bir öngörüsüzlüğün eseri. Ya da günahlarını almayalım hadi.

Diyelim ki tedbir aldılar da yetmedi.

Bir de almasalar neler neler olacakmış demek ki..

Önceki krizlerde bankalar, sorunlu olan kredide mallara ilk haciz gönderen olup alacaklılar arasında ilk sırayı kapma ve riskini erken kapatma yolunda adeta bir yarışa girerdi.

Teminata alınan çekler acele tahsile sokulur, tapulara adam gönderilir kayıtlara bakılır, gerekirse patronun evinin önünde yatılır, araçları takibe alınır, rehin konulur, o para batmasın diye ne gerekirse yapılırdı.

O dönemlerde de bankaların kontrolsüzce, hırsla, hevesle adeta zorla borçlandırdığı firmalar, boylarından büyük krediler yüzünden bir gecede batarlardı.

Kısacası banka yüksek faizlerle kullandırıp tahsil ettiği geri ödemeleri kâr sayar, tahsil edemediği alacağı bir süre sonra siler, firmalar da kıyıda köşede sakladıkları, kaçırdıkları malları ile bir süre sonra işe sıfırdan, başka isimler, başka ortaklarla yeniden başlarlardı. Bu hikâye o kadar çok tekrarlandı ki artık her iki taraf da bunu ezberledi.

Ama bu defa işler biraz farklı. Firmalar da gözünü açtı. Geçen sene bu zamanlar dedikodusu çıkan büyük borç "yapılandırmaları" bazı küçüklere de örnek oldu. İsteyenin bir yüzü kara deyip çoğu bankaların kapısını çaldı. Can suyu ile desteklenmiş olanlar sırtını devlete yaslamanın güveni ile rahat uyudu. Bankaların da işine geldi tabii bu durum. Onlar da aslında sorun olacağını sezdikleri kredileri bir süre güzel güzel uyuttu. Uyuttu da büyüttü.

Şimdi ise borç batağında "kral çıplakmış" farkındalığını yaşayıp, acaba ben "ne giysem" diye düşünen firmalarda son moda "Konkordato" ilan etmek. Bankalara "sen bir dur, az bir bekle..." demenin başka bir yolu yok gibi. Bu defa firmalar bir gecede ölmeyi değil, hayatta kalma savaşı vermeyi seçti.

Bu süreçte yine firmalara ve bankalara çok ders var. Kredi ilaç gibidir ama her ilaç gibi fazlası zehirler, öldürür... Piyasadan pay alma hırsının körlüğüne kapılan bankalar, bankacılar yine uykusuz. "Hazır veriyorlarken alalım, bir yerlere kullanırız nasılsa.." deyip yorganı kafasına çeken, ayakları açıkta kalan firmalar mutsuz. Kısacası piyasalar bu ara tatsız mı tatsız.

Ne alan memnun, ne satan...

Allah'tan psikolojimizi düzeltecek (!) iyi haberi verdi de bakan, herkes biraz umutlandı (!) Amerikalı dostlarımız (!) bize göz kulak olacak. Danışmanlık yapacak, akıl verecek, kontrol edecek. Yıllar önce bankalara yaptıkları gibi.

Onların tüm sistemlerinin içine girip, tüm sırlarını öğrendikleri, tüm kilit pozisyonlarda işi en iyi bilenleri kullanıp kullanıp, sonra bir gecede evlerine temelli gönderdikleri gibi...

Diyorlar ki piyasalara "güven" vermeye gelmişler. Onlarla çalışmış olanlar onlara ne kadar güvenileceğini çok iyi bilirler. Güven çok önemlidir. Güven olmadan olmaz. Ama yine de ünlü psikologlar der ki: insan önce "kendine" güvenmeli. Her şey kendinde başlar. Dışarıdan almaya çalıştığın her şey dışında kalır. İhtiyacın olanı kendi içinde bulmalısın, gerekirse üretmelisin. Ondan sonra başkalarına güvenebilirsin. Şimdi dönüp içimize bakalım biz yine..

İçimizde ne var?

Yazarın Diğer Yazıları