KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Yalın derin kazar, basit eşeler

Otuzlu yaşların başında bir yıkım yemiş, öfkeli, kırgın, geleceksiz, ezilmiş, bir yudum sevgiye muhtaç, korunmasız hissediyordum kendimi. Ve bu zamanların bir akşam vaktinde, o yaşlı ağabeyimin karşısına oturdum. Hal hatır sordu ve sıkı bir azar çekti. Sonra sahip olduğumu düşündüğü yeteneklerimi sıraladı. Ve ardından da ruhani ve dünyevi nasihatleri...

Yalınlıkla basitliği karıştırma. Yalının küreği derin kazar yazarın dediği gibi, basit ise toprağın üstünü eşeler. Mesela ata der ki, “Kendin için istemeyeceğini başkası için de isteme.” İşte budur, üstüne eklenecek bir şey yok. Adam ol ve kendin için gördüğün rüyayı başkaları için de gör.

Komşun aç yatarken sen tok yatma. Rahatsız ol bu durumdan. Yürek taşı, bir parça et değil. Gerçeğin peşinde ol, onun namusunu korumaya çalış. Üç kuruşluk çıkar için onu satma, ya da çevresinden dolaşma.

Ne iş yaparsan yap, nerede olursan ol, neyi savunursan savun, vicdanlı ol.

Bilgi Çin’de de olsa git al. Üşenme. Ve bilgi sahibi oldukça daha mütevazı ol, böbürlenme. Ben oldum deme. Çünkü hiçbir zaman tam olamazsın. Kimse olamaz.

Gülüşün insanca olsun. Yürekten gül ki, yaydığın enerji, karşındakinin yüreğine dokunsun. Her şeyden şikayet etme, durumu değiştirmeye odaklan. Pozitif ol. Umutlarının kırılmasına izin verme. İnsanların umutlarını da kırma. Unutma, belki de ellerindeki tek şey umutlarıdır.

İnsanlara hak ettiği değeri ver. Onları kırma. Saygıda kusur ektme ki, sana da saygı gösterilsin. Becerip de edinebilirsen eğer, malınla mülkünle değil, insanlığın ve bilginle söz ettir kendinden.

Mükemmelin peşinden koşarsan, kendini hiçbir şey yapamamış biri olarak bulman muhtemeldir. Bırak, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalış. Bu yeter.

Başına ne gelirse gelsin, asla bundan sonra ben de kötü, acımasız olacağım deme. Bu ikisini olmak zorunda değilsin. İyi ol, ama kendini de koru. O kadar. İşini iyi yap, önünde sonunda kazanırsın.

Öfkelen, saçmala, insani tepkilerini esirgeme. Ama asla intikam peşinde koşma. Zira intikam için çırpınırken hayatın nimetlerini kaçırırsın.

Başka birine benzemeye kalkma. Kendin ol ve kendini yaşa genç adam...

O ihtiyarın karşısından kalkmak için saygıyla izin istememin üzerinden 25 yıl geçti.

Ruhu şad olsun...

 

 BE­YE­FEN­Dİ 

‘Duyarlı sanatçı’yı anlamak...

Beyefendi geçenlerde sanatçının duyarlı olanıyla karşılaşır. Epey zulüm görür yaklaşık yarım saat içerisinde. Ve duyarlı sanatçıyı sevmenin yeterli olmadığını, onu en azından bazı yönlerden anlamak gerektiğini de anlar...

Mesela sanatçının, özellikle de düşerken siyasal işlerle fazla haşır neşir olmasını, anlar. Ağzının bozuk olmasını da anlar ve de şart koşar. İngiliz, Amerikan ağzıyla konuşmasına bayılır. Kesik, yarım, yuvarlanan, anlamı kendinden menkul cümleler kurmasına ise şapka çıkarır.

Gençlerden,  çocuklardan efsane yaratmasına ise bayılır. Kendi hikayesi dışında kalan hiçbir şey, hiç kimse onun yüreğini mini minnacık da olsa cız ettiremez. Duyarlılık işte... Ölümü kutsamasını da anlar duyarlı sanatçının, ama bu ölülerin kendi çocukları olmaması koşuluyla elbette. Sanatçı dedin mi, görüşlerinde dünya yıkılsa milim değişim olmamalıdır, bunu der, bunu işitir Beyefendi. O hep aynı yerden bakmalı hayata. Görüş dediğin değişmez, gelişmez, olgunlaşmaz efendi, hamı makbuldur. Bu nedenle de okumuş cahil olmalıdır sanatçı.

Yaşadığı toplumu tanımaması, esastır. Tanımaya başladığı anda duyarlı sanatçı olmaktan uzaklaşmaya başlar zira. Aman ha der Beyefendi bir de, sakın ola ki, toplum hakkındaki bilgileri ortaokul yurttaşlık bilgisi sınırlarını aşmasın. Sınır orasıdır, geçilmeye...

Duyarlı sanatçı tornadan çıkmış gibi olmalı, hep aynı şeyleri düşünmeli, aynı yerlerde yemek yemeli, dem çekmeli, aynı jargona sahip olmalı, katalog tepkiler vermeli, bohem yaşam paravanı arkasında her türden rezilliğe kapılar sonuna kadar açık bırakılmalıdır.

Halka bildiği bütün dillerde küfretmelidir duyarlı sanatçı.

Halkın dilinden, şivesinden, kültüründen, dininden, imanından, yaşam  biçiminden,  geçmişinden, giyiminden, kutsalından, değer verdiği her şeyinden nefret etmelidir duyarlı sanatçı dediğin zat. 

“Kibarlık budalalık değildir elbette” der Beyefendi yazının bitimine doğru, “bildiğim dil ve lehçelerde ben de hatır sorabilirdim tabii ki, ama serde beyefendilik var, yapamam...”

 

 OKUYUNUZ 

kitap-001.jpg

Geçen yüzyılın ortalarında, Kahire’nin kalburüstü semtlerinden Abbasiye’de birlikte büyüyen beş arkadaş ve dostluklarına yıllar boyu tanıklık eden, vazgeçilmez buluşma yerleri olan kahvehane... Büyük değişimler yaşayan Mısır toplumunda, arkadaşlardan her birinin kendi yolunda akan hayatları, bu kahvehanede sığınılacak güvenli bir liman bulur. Doğuştan iş adamı olan Sadık, babasının arzusunun aksine doktorluğu seçmeyip edebiyat yollarında yürüyen Tahir, zevk insanı Hamada, eylem adamı İsmail ve geri planda kalan beşinci arkadaş: Anlatıcı. Kahvehane buluşma yerleri olsa da aralarındaki bağlar onun çok ötesine uzanır...

 

 

 

 

 HAYVANCA 

kedi-001.jpgKedinin zekasını takdir etmemek ayıp olurdu

Geçen gece evde yatak odasına giderken soldaki pencerenin önüne kendini bırakmış, tüyleri ıslak, sarsak, kirli, yaşlı bir kedinin bakışlarıyla karşılaştım. İnsan gibi bakıyordu sanki. Anlamlı, yalvaran, aç, şefkat ve nevale isteyen bakışlar karşısında durdum bir süre... Sonra bir adım attım. Oktavı yüksek bir miyav çekti. Durdum yine. Baktım hergeleye. O da bana baktı. Miyavlayıp yalandı. Başını vücuduna doğru çekti. Boynunu büktü. Kendilerine iki dilim beyaz peynir tevdi ettim. Mırıldanarak indirdi mideye nevaleyi. Sabaha karşı uyandığımda gitmişti. Sabah saatlerinde ise sesimi duymuş olacak ki, nöbet yerinde bitti. Ve beni görür görmez yine nevale isteme pozisyonu aldı. Bu kez de sosis verdim kendilerine. Yedi, yalandı. Bir iki saniye baktı bana. Mutlu olduğunu düşündüm. Ve kuyruğunu kıvırıp oturma pozisyonu aldı. Nevale bulmadaki zekasını takdir ettim ve çıktım evden.

 

 

 SOKAKLARDAN 

Metrobüs durağında iki kadın karşılaşır...

Bir dostun anlattığıdır...

“Metrobüse ulaşabilmek için ana istasyonlardan birinde merdivenleri çıkıyordum. Orta yaşlarda başörtülü bir kadın iki büklüm merdivenin başında kıvranıyordu. Yardım etmek istedim ama, alacağım tepkiyi bilemedim. Bekledim. O sırada başı açık, modern giyimli otuzlu yaşlarda hoş bir kadın önümden geçerek kadının yanına yaklaştı. Eğildi, selam verdi, kadının koluna dokundu. Sıkıntısını sordu. Baktım. Bakışları merhamet doluydu genç kadının. Başörtülü kadın, genç kadına yaslanarak ayağa kalkarken, ‘Bacaklarımda sorun var’ dedi ‘bu merdivenler öldürüyor beni...’

Ve sonra defalarca teşekkür etti.

İlgimi çektiler ve izledim onları. Genç kadın ötekinin koluna girdi, ağır ağır yürüdüler. Arada bir gülüştüler. Genç kadın defalarca iyi olup olmadığını sordu. Çok geçmeden aralarında kadınca, insanca bir dayanışma olduğunu anladım. Genç kadın, orta yaşlı başörtülü kadına metrobüse kadar eşlik etti. Onu bindirdi ve ayrıldı.

Bir şey gördüm. Genç kadın asil bir ruha sahipti.

Bir şey anladım. Siyaset kurumu kaşımazsa, halkın kendi arasında hiçbir sıkıntısı yok...”


 İŞTE O KADAR 

Hayatım boyunca enerji ve yeteneklerimin ancak yüzde 2’sini kullanabildim. Geri kalan yüzde 98 küçük insanlarla uğraşmakla geçti. Orson Welles