KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
İçimizdeki “biz”leri yönetmek

Hayat zaten zordur ve insan yaptıklarıyla, düşündükleriyle onu daha da zorlaştıran tek canlıdır. İki yönden zorlaştırır insan hayatını. Biri dış faktörlerdir. Yani insanın iradesi dışında olup biten, kontrol etme şansı olmayan faktörlerdir bunlar. Ya uyum sağlarsınız bunlara ya da en az zararla kurtulmak için çaba harcarsınız. Yani onlarla birlikte yaşamanın yolunu bulursunuz.

Öteki ise çok daha karmaşık, derin, mayın tarlası gibi bir yerdir. Burası bizim iç dünyamızdır. Sayısız düşünce ya da bunların kırıntısı gezinip durur bu alanda. Bir yanımız sakin bir liman için mücadele ederken öteki benliğimiz çılgının teki gibi hareket etmeye kalkabilir. Bir yanımız başarı için deli olurken, öteki yanımız, bunun tanımını bile yapmamış olabilir. Bir taraftan çoluk çocuğa karışıp, bir yastıkta kocayacağımız bir eş ideal bir yaşamı temsil ederken, öteki yanımız başına buyruk bir yaşamı idealleştirebilir. Bir tarafımız hayatımıza alacağımız, dostluk kuracağımız, ortaklık yapacağımız, yola çıkacağımız birine güvenmemiz gerektiğini fısıldarken, diğer yanımız, asla güvenme diye haykırıyor olabilir mesela...

Bir yığın çatışmanın ortasında ne yapacağımıza karar vermeye çalışırken, çok sayıda yol ayrımında da buluruz kendimizi. Acaba ne yana gitsek? Hangi yön hayat tarzımıza, karakterimize uygundur? Çıkarımız ne yandadır? Hangi yön hazza ve sevince götürür bizi? Acı ve sıkıntı ne yana düşer?

Hayatta aldığımız ya da almadığımız her kararı, yaptığımız ya da yapmadığımız her şeyi, sorgulayan “biz” den birileri hep vardır içimizde. Ve bu bizler sürekli, şiddetli, çoğu zaman da kuralsız bir çatışma içindedir.

Akıl sağlığımızı kaybetmemek, haysiyetli bir hayat sürebilmek için bunları yönetmeyi becermemiz şart. Ancak bu zor iştir. Akıl, zeka, sabır, bilgi, deneyim ister.

Ve günün birinde bu niteliklere sahip bir fani işin sırrına erebilir, şansı da yaver giderse eğer. Ancak muhtemelen yaşlanmış biri olacaktır bu fani...

 

*

 

OKUYUNUZ

744516.jpg

Thomas Mann’ın 1919 yılında yayımlanan ve otobiyografik öğeler barındıran hikayesi, Mann ailesiyle yaşamış av köpeği kırması Bauschan ve sahibi ekseninde temellenir. Yazar, salt büyük bir romancı değil, aynı zamanda daha küçük metin türlerinin de üstadı olduğunu bir kez daha hissettirdiği bu anlatısında olağanüstü canlı, titiz ve ayrıntılı, yer yer mizah yüklü betimlemeleriyle pastoral bir portre çizer. Okur, Bauschan ve sahibiyle birlikte Münih’te nehir kıyısında ve kentin yeşil alanlarında günlük gezintilere çıkar, Bauschan’ın fiziksel ve karakteristik özelliklerine yakından bakma fırsatına sahip olur; köpek ile sahibinin arasındaki ilişkiye tanıklık eder: Bauschan’ın öyküsü, köpeğin, insanın yaşam alanının bu denli içinde olmasına karşın ona hâlâ ne kadar yabancı olduğunu anlatır. Kitap Avrupa burjuvazisinin yaşam deneyimine ilişkin bir tasvir olarak da okunabilir bu arada...

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

İyi, çoğu zaman kaybeden midir?

Kötülerin ne kadar da kolay örgütlendiğinin ve iyilere karşı yaptıkları savaşlardan genellikle galip çıktıklarının kanıtlarını önüne serdiğinde dehşete kapılmıştı. Bir kumsalda ısıtan ama yakmayan mayıs güneşinin altında; elindeki çalıyla kumda anlamsız, garip ama oyalayan şekiller çizerken düşünüyordu bunları. Ve elbette ki kendi hayatından kesitler de gelip geçiyordu zihninden. Bu nasıl olabilirdi diyordu, neden kötüler daha iyi örgütlenebiliyordu? Örgütlerini ayakta tutan o sert disiplinin arka planında çıkarın dışında yatan başka güçlü motivasyonlar neydi acaba? İnsanlar bilerek, isteyerek, tasarlayarak, çıkar ya da başka amaçlarla neden başkalarına kötülük yapardı? Böyle insanlarda vicdan denen o başucunda beklemesi gereken gardiyan yok muydu? Evet, bu insanlar çıkarları gereği bir aradalar temel olarak. Doğru. Ancak birbirleri için ölümü bile göze alanlar da çıkıyor aralarından. Kan kardeşi oluyor bu insanlar. Bunu nasıl izah etmeli o zaman dedi sonra. Mert oldukları söylenir bu insanların diye düşündü, bu nasıl bir iş? Çıkarı için ocak söndüren, can alan adamların mertlikle nasıl bir ilişkisi olabilir? Bunlar korkusuz olmasın!

Olabilir dedi içinden. Evet evet, korkusuz, daha doğru...

Biraz da bireysel, örgütlenmemiş kötülükler dedi Beyefendi lafın bir yerinde... Bir insan kötülüğün berbat bir şey olduğunu bile bile bunu nasıl oluyor da yakıştırabiliyor kendine? Onca kötüyle bir arada olmak, bir hayat paylaşmak nasıl bir duygudur? Galiba bu psikiyatrların alanı, umarım bir açıklamaları vardır diye söylenerek geçti bu faslı.

Ve bir anı dedi içinden... Bir zamanlar bir mafya elemanının omuzuna başını koyup hüngür hüngür ağlamasını anımsadı, yüz hatlarında tuhaf bir gülümseme eşliğinde ve o adama yıllar öncesinde bir akşam vakti ettiği lafı duyar gibi oldu:

 “Sen ağlayabilen biri olduğun için yerin orası değil evlat...”

 “Çok önemli bir şey daha var” dedi ve unutmadan not etti:

 “Kötü adil dövüşmediği için çoğu zaman kazanıyor. Her türden hile ve kurnazlığın döndüğü bir oyuna pek de aklı ermiyor iyilerin...”

 

*

 

PANO

Bir kadını mutlu etmek için; dost gibi dertleş, baba gibi koru, adam gibi sev...

Ağır Abi Sözü

 

*

 

SOKAKLARDAN

‘Bunalımlarını yen ve sonra gel bana’

On yıl kadar önce akşama doğru Kadıköy’de bir çay bahçesinde ince belli bardaktan çayımı yudumlarken bir kitabım için notlar alıyordum. Bir iki metre ilerideki masada genç bir çift vardı. Sanırım ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşıyor ve tartışıyorlardı. Kadın öfkeliydi. Genç adam alttan alıyor, ilişkilerinin aslında iyi gittiğini sadece zamana ihtiyaçları olduğunu tekrarlıyordu. Genç kadın daha da öfkeleniyordu bu laf üzerine. Ona göre ilişkileri iyi gitmiyordu. Adam bir alay psikolojik sıkıntıyı getirip başına boca etmişti. Kendisini hayat arkadaşı değil, annesi gibi görüyordu. Genç adam kıskançtı, her şeyini kısıtlıyor, bunu da sevdiği için yaptığını söylüyordu. O özgür bir ilişki istiyordu. Genç adam daha da alttan alarak yine zaman dileniyor, kadın ise deliriyor ve artık bağırıyordu:

 “Git şimdi, bunalımlarını yen ve sonra gel bana.”

Sonra hışımla çantasını alıp gidiyordu genç kadın. Genç adam bir süre boş gözlerle elindeki çay bardağına, masaya, denize, çevresine bakıyor ve ağır ağır doğrulup demir alıyordu limandan.

Ne zaman ilişkiler söz konusu olsa, o genç kadının kurduğu cümle gelir aklıma ve şöyle derim:

“Acaba kadın haklı mı? Yenmek yerine karşımızdakinin üstüne boca mı ediyoruz bunalımlarımızı?”

 

*

 

HAYVANCA

Karın doyurmak: Sıradan ama en zorlu işlerden biri

Sabah erken bir saatti evden çıktığımda.  Az sonra postu epey kirletmiş bir köpek temkinli adımlarla yaklaştı yanıma. Peçeteye sardığım kızarmış sosisin kokusunu almış olmalıydı. Niyetim zaten köpeklerden birine vermekti nevaleyi, ancak benim niyetimi bilemezdi gariban. O ciddi bir hayvandı ve nevaleyi kapabilmek için hemen işe koyulup numaralarını sergilemeye başladı. Önce ağlamaklı bir ses çıkardı, kuyruğunu sallayarak. Sonra yan döner gibi yaptı bana bakıp yalvaran bir ses tonu eşliğinde. Havayı kokladı elimdeki nevaleye bakarak. Ön ayaklarını öne doğru uzattı ve başını aralarına alarak birkaç saniye masum bir edayla bekledi. Kulakları dikildi bir ara ve çevreye hızla göz gezdirdi. Çömelip izlemeye başladım onu. Ağır ağır doğruldu. Dikkatle yaklaştı yanıma. Önümde oturdu. Yine dikkatle başını dizime koydu, öylece baktı bana birkaç saniye. Bir parça sosis verdim ona. Dizimden inip çarçabuk yedi ve yalanarak öteki parçayı istedi. Verdim. Bu kez nevaleyi kapıp bir aracın altına attı kendini. Çevreme göz gezdirdim. Yirmi metre kadar uzaktan iki iri köpek geçiyordu... Hamlesi on numara diye düşündüm. O sokak köpeğiydi ve ekmeği çıplak elle kazanmak zorundaydı... 

 

*

 

İŞTE O KADAR

Annesinden dayak yediği halde, yine ‘Anne’ diye ağlayan bir çocuktur aşk...

Cemal Süreya