KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Bunalımdaki entele kiralık kedi

Sizin ne düşündüğünüzü bilemem elbette, ancak, memleketimizin en önemli meselelerinden biri Beyoğlu’nun güzide semti Cihangir’de vuku buldu birkaç yıl önce...

Cihangir denince akla on, on beş yıl öncesine kadar entel dantel gelmezdi. Bu tipler oraları sonradan keşfettiler. Taksim’in arka cenahlarında bir semtti. Pahalı değildi, şimdilerde olduğu gibi emlak fiyatları alıp başını gitmemişti. Barları kafeleri revaçta değildi. Ve tabii ki, bu semtte ikamet eden ve metrekareye düşen bunalımlı entel hatun sayısı bugünlerin yüzde biri bile değildi. Hikaye bilindiktir aslında. Yani üç aşağı beş yukarı şöyle bir durum yaşanır... Dantel hatun sevgilisinden ayrılır, duygusal dünyası alt üst olur, depresyona girer, içine kapanır, ağlar, sızlar, yas tutar... Ve bu bunalımı atlatana kadar (yeni bir sevgili bulana kadar diyelim) bir kediye ihtiyaç duyar. Ama bir tehlike var burada. Hatun sevgiliyi bulur bulmaz kediye ihtiyacı kalmaz ve hayvancağızı tuttuğu gibi sokağa atar, gözünün yaşına bakmadan. Ve bir de bakarsınız ki, kediler o kadar çoğalmış ki sokaklarda, üzerlerine basmadan yürüyemez hale gelmişsiniz. İşte efendim, tam da bu noktada, entel hatun bunalımları alanında uzman olan uyanık vatandaş harekete geçiyor. Pet shoplarda kiralık kedi ilanları görülüyor.

Efendim, kiralık kedi de olur mu? Olmaz normal koşullarda elbette, ama kızlarımız derin bunalımların pençesinde kıvranırken, koşullar normal değil ki...

Peki, neden kiralık kedi?

İki nedeni var... Bunalımlı hatun yeni sevgili bulup da bunalımını yendiğinde, kediyi sokağa atmak yerine kiraladığı yere bırakacak. Böylece kedi sokaklarda sürünmeyecek. İnce bir duygusallık efendim, iyi...

İkincisi ise, kiralık kedi işi yapan vatandaş, yeni bir müşteriye yeni bir kedi bulmak zorunda kalmayacak. Bir kediyle ilk başlarda iki, daha sonra çok sayıda kuş vuracak. Bu sektör hala yaşıyor mu? Yolumu o mekanlara düşürürsem, aydınlanmış, sizleri de bu mühim mesele konusunda aydınlatmış olurum...

Bu arada kedi işini küçümsemeyin derim... Zira, eski zamanlarında düşman kapıdayken papaz efendilerin meleklerin cinsiyetini tartıştığı bir şehirdir İstanbul...

 

*

 

OKUYUNUZ

2-046.jpg

Flannery O’Connor’ın  “Her Çıkışın Bir İnişi Vardır”  adlı kitabında dokuz güzel öykü yer alıyor. Karakterlerin hepsi insani zaaflardan fazlasıyla nasibini almış saplantılı tipler: Kimi erdemli olmayı, kimi iyilik yaparak başkalarını “kurtarmayı”, kimi değişime ve ilerlemeye ayak uydurmayı, bazıları da ırkçılık gibi sosyal sorunları dert edinmiş ya da ölüme kafayı takmış insanlar. O’Connor bu karakterlerin kendilerini içine düşürdükleri durumları tasvir ederken, anlatı kazanına bolca ironi, epeyce gerilim, biraz trajedi, bir çimdik de komedi katıyor. Böylece, epey karanlık, ama okuması keyifli öyküler çıkıyor ortaya...

 

*

 

 

BE­YE­FEN­Dİ

İtinayla başarı öyküsü dinlenir!

Nisan ayı. Akşama doğru... “Bir zamanlar böyle değildi”  diye söylendi Beyefendi, “Bu kadar çok kişisel başarı hikayesi dinlemezdim, belki de anlatmazlardı bana.”

İç konuşmaya devam etti sonra:  “Tanıdıklar, dost, arkadaş dediklerim arasında o zamanlar da bir şeyler başaranlar çıkıyordu elbette. Ancak pek anlatmazlardı. Konuşmayı sevmediklerinden mi, yoksa başarı hikayelerine güvenemediklerinden mi, benim gölgemde kalmalarından mı emin değilim. Peki ya şimdi? Neden anlatıp duruyorlar? Niye bu insanlar hal hatır sormanın hemen ardından kendilerini anlatmaya başlıyor? Bu kadar açlar mı başarıya? Megolaoman tiplerdi bunlar da ben mi farkında değildim? Acaba ben de böyle miydim geçmişte? Farkında olmadan kendimi övüp duruyor muydum?”

Susup denizi dinledi Beyefendi, oturduğu bankta. Eskiden olsa bir cigara yakardı böyle anlarda, belki de beşincisini... Bilemezdi bunu. Ama artık bedenini zehirlemeyecekti, kararlıydı bunda. Sigara yok dedi sonra. Kalktı banktan, Eminönü istikametine doğru yürüdü, arada bir tarihe de bakarak.   “Başarı zehirlidir esasında” diye söylendi bir süre sonra, “tuzağına düşmemek gerek. Yok, ben düşmedim” dedi kararlı bir iç sesle. “Hatta başarının altında gölgesi gibi kaldım bile diyebilirim. Ben silikken o pırıltılıydı. Ama teslim olmadım....”

Yürüdü ve konuştu içindeki ses:  “Teslim olmadım ve göreceli olarak kaybettim. Zira başarı bana vitrin adamı olmamı emrediyordu. Oysa ben bir sürprizdim... Gölge, münzevi, gecenin adamı, herkes, hiçbiri, huzur, tufan, akıp giden sessiz su, bir çağlayan... Arada bir parıldayan bir ışık yeter bana. Sonrası loş, sessiz, huzur dolu tek kişilik bir mekan...”

 “Ha, evet başarı” dedi bakışları Haliç’i tararken, “Çevremde onca başarısız insanı toplamayı nasıl başardım bilmiyorum. Belli ki, gölgemde kaldıklarını düşünüyorlardı ve suskunlukları bilinçliydi. Ve şimdi zamanı geldi diye düşünüyorlar. Müstehzi gülüşler eşliğinde ’Sen miydin bir zamanlar başarılı olan! İşte buyur bakalım. İşte bunlar da bizimkiler’ diyorlar”.  Sonra bir şey daha mırıldanıyor diğerleri gibi müstehzi bir gülüşle:

” Başarı da iyilik gibidir, asla cezasız kalmıyor...

 

*

 

SOKAKLARDAN

Bu da kitap keyfi

Birileri, deniz keyfi yapıyor olabilir. Birileri yaylalarda, esen yelin keyfini çıkarıyor olabilir. Daha başkaları başka keyifler sürüyor olabilir. Ama bu adama da hak verelim, o da ermiş keyfin sırrına... Taksim’de yeşil alana uzanmış boylu boyunca, eline de almış kitabını... Kıraat ediyor. Azıcık bir çimen, açık bir hava, yaz sıcağı ve kitap...  Az şey mi...

3-036.jpg

 

*

 

ANADOLUDAN

Bir omuza gitme oğul

Anadolunun denizden uzak kır ilçelerinde seksenli yaşları süren neneler çok çeşitli nedenlerle mektep medrese görmediği için okuma yazma bilmez. Ama bu, hayatı da bilmedikleri anlamına gelmiyor elbette. Zekidir bakışları. Yumuşacıktır. Ama granit kadar da sert, kavi, kararlı bakışlardır onlar. Ve bazen öyle laflar eder ki o yaşlı insanlar, olduğunuz yerde kalırsınız.

 “Bir omuza gitme oğul, her şeyi hesaba kat.”

Bu söz genellikle hesapsız kitapsız, herkesi kendisi gibi saf, temiz, dürüst sanan insanlar için söylenir. Son söyleyeceğini ilk başta söyleyerek başını dertten derde sokan insanlar bu sözle uyarılır. Konuşmadan evvel, uzun uzun düşünmesi istenir insanın. Sabır sızmıştır bu sözün ruhuna. Sabırsızlığın insanın felaketine yol açabileceği fısıldanır adeta kulaklara. Kayıtsız şartsız güven yerine, onu test et demek istenir insanlara. Ne yaparsan yap ama bu dünyada senden sadece bir tane var oğul, kendini korumayı bil denir bu cümleyle.

Evet, tek bir cümle, ancak yüzlerce yıllık yaşanmışlığı omuzlarında taşıyor...

4-009.jpg

 

*

 

İŞTE O KADAR

Bir şeyin çözümü yoksa, o sorun değildir.