KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Kendi mezar taşını yazan şair

Edebiyatçının hasıydı, ama şan şöhrete ulaşabilmek için edebiyatın siyasetini yapmadı. Şairdi, güzel, mütevazı, gür sesli şair... Elindeki kalemiyle, milleti, tarihi, vatanı, kurtuluş savaşını destanlaştırdı. Seven, aşık, zarif, nüktedan bir adamdı, ancak aşka vakit bulamadı kalemi. O kalem zordaki vatan için yazdı daha çok. Şahsi duygular ise hep arka planda bir yerlerde, bir gün, evet bir gün “ortam müsait olursa” ortaya çıkabilirdi. Türk’ün Şehnamesi, Üç İstanbul’un yazarıydı o. Güzelliği estetikte, hayatta arayan, kelimeye de, kafiyeye de tad veren bir adam...

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Bu iki devasa mısrayı yazan adam, Mithat Cemal Kuntay bu topraklarda yeterince tanınmadı. Kim bilir, belki de bilinmesi istenmedi. Edebiyatın ağır topları, unutulsun istedi sanki. Oysa bu vatanına aşık adamın şiirleri cephelerde askerimizin dilindeydi. Vatanın her köşesinde yankılanan ve yüreklere dolan bir sesti o. Atatürk onun beyitlerini okuyordu kurtuluş savaşı yıllarında. Kimin ezberinde değildir ki yukarıdaki iki satır...

Ancak vefasızlık da has şeylerin yanında bu topraklarda var ne yazık ki. Geçelim...

Ve şimdi pek bilinmeyen bir yanına bakalım ustanın. Yüreğine... Aşka, sevdaya, derin hislerle dolup taşan yüreğine bakalım...

“Her hamleme bir başka kanad, başka ufuksun,

Koptukça kanadlar gibi azmimden ufuklar...

Yırtılmış, atılmış, o kağıtlar ki hayatım Her parçası, her büklümü üstünde adın var!”  Üstüne tek bir harf bile eklenemeyecek, dopdolu bu mükemmel şiiri genç yaşta kaybedeceğini anladığı sevmelere doyamadığı karısı Naile Hanım’a yazdı şair...

Ve sonra hayat arkadaşının bu hayattan gideceğini anladığı gün o da yaşayan ölüye döndü. Aylarca yemekten içmekten kesildi büyük şair. Yemeğini tabağa damlayan billur gibi gözyaşlarıyla karışık yedi...

Hayat arkadaşının olmadığı bir hayat ona devasa bir yük gibi geldi. Ve 71 yaşında düştü yatağa 1956 yılında. Ve bir gün tam 10 yıldır kapısını açmadığı eşinin yatak odasına girdi usulca. Onun hayata gözlerini yumduğu yatağa uzandı. Ve bir daha uyanmadı... Ve mezar taşını da kendisi yazdı:

 “Yolcu! Burada bir karı, koca yatıyor. İkisine bir Fatiha yeter!”

Ruhun şad olsun büyük usta...

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Arkadaşlar ve yasa dışı işler...

Karadenizliydi Beyefendi, henüz hayatın başında, lisedeydi. Ancak onca Karadenizlinin aksine has Türkçe ile başı hoştu. Yani konuştuğu Karadeniz şivesiyle değil, adam gibi Türkçe yazardı. Bunu nasıl başardığını o zamanlar pek çözemezdi, ama sanırım çok kitap okumak diye düşünürdü. Edebiyat hocası kompozisyon yazılı sınav konusunu bir hafta önceden verir ve “gidip bunun üzerinde çalışın, sınav konusu bu” derdi. Kim bilir belki de Beyefendi gibi diğer hergelelerin de araştırma yapacağını umuyordu. Neyse, diyelim ki konu mutluluk... Önlerinde konuyu araştırmak için epey zaman vardı, ancak serde gençlik ve serserilik de vardı. Çalışmayıp her şeyi son güne bırakırlardı. Beyefendi’nin kompozisyonu çok iyiydi. Ve arkadaşları her sınav öncesi yakasına yapışırdı. Metni yazıp çocuklara verir onlar da ezberleyip sınav günü kağıda geçirirlerdi. İş basitti, ancak bir püf noktası vardı. Hangi öğrencinin on üzerinden neye ihtiyacı varsa o ayarda yazması gerekiyordu ödevi. Ne az ne de fazla. Kararında... Tabii ki yazıyı biraz değiştir, cümleleri sağlam kur ya da biraz yamult, ne ki beklenen not kadar değeri olsun ödevin. Kimi öğrenciye 7, kimine 8, kimine 6 lazım olurdu. 9 ve 10’a pek bulaşmazdı... Zira hocaya saygısızlık olurdu bu. İki sınav dönemi yutturduğunu zannetti hocaya. Sonra enselendi ve hesap vermek üzere hocanın karşısında ayakta dikilmeye mahkum edildi.

“Bu 4 rezil herifin yazısını sen yazdın değil mi?”

Kaçışı olmadığını biliyordu, “Evet ben yazdım hocam” dedi Beyefendi kırık bir ses tonuyla.

“Maşallah hepsinin durumu kurtarmak için hangi nota ihtiyacı varsa ona göre yazmışsın. Nasıl oldu bu?”

“Sizin hangi metine ne not vereceğinizi tahmin ediyordum hocam, ona göre yazdım.”

 “Suç bu biliyorsun, yasa dışı bir iş. Sana sıfır verebilirim” dedi hoca sertçe.

“Ama onlar benim arkadaşlarım” dedi küçük Beyefendi.

“Oğlum anladık, elbette arkadaş için yapılır bu tür şeyler, ama kulağına küpe olsun, onlar için bile olsa yasadışı bir şey yapma. Tamam mı?”

“Tamam hocam, yapmam” diye mırıldandı ve usulca kayboldu hocanın karşısından.

Ve bu öğüdü tutmadı daha sonraları. İki arkadaşı için iki yasadışı iş yaptı. Birinde işten kovuldu, ötekinde ise itibarının da bir kısmıyla birlikte 15 bin dolar kaybetti...

 

*

 

OKUYUNUZ

1-062.jpg

Knut Hamsun, yolu Norveç’in liman kentlerinden birine düşen gezgin öğrenci Parelius’un yanında kendi dünyasına götürüyor bizi. Güzel, çekingen tavırlı Rosa’ya gönlünü kaptıran Parelius’un izinde, henüz gelişmekte olan para ekonomisindeki dalgalanmaların, insanların sosyal, ekonomik, hatta duygusal yaşamlarında yarattığı sarsıntıları göz önüne seriyor Hamsun. İnsanın çevresini saran amansız boşluğu maddiyatla doldurmanın ancak görünüşte mümkün olduğu bu yeni dünyada, mutluluğun tanımının da değişen pek çok şeyden biri olduğunu bütün çıplaklığıyla yüzümüze haykıran Rosa, Nobel ödüllü büyük yazarın en önemli yapıtları arasındadır...

 

*

 

MAZİDEN...

Kapıcıya 2 kira takmış dünyaca ünlü gazeteci!

Hala başını sokacak bir evi olmayan ben, bir zamanlar halkımıza geceleri gecekondu inşa ettiğim zamanlara dokundum, bir akşam vakti. Ve bir dostumun anıları arasından çıkıp geldi bir yaşanmışlık...

80’lı yılların sonları... Yer Beşiktaş-Yeniköy hattı. Oralarda oturan dostum sabah işe gitmek üzere evinden çıkıyor ve bir yokuşu tırmanmaya başlıyor.  O sırada oturdukları apartmanın kapıcısı soluk soluğa selam vererek geçiyor yanından.

 “Hayrola, bu acelen ne” diyor dostumuz, “soluk soluğa kaldın.”

 “Bizim gazeteciyi arıyorum” diyor kapıcı, “iki aylık kirayı ödemedi ve ortalıkta yok. Sen gördün mü bu herifi?”

 “Kimi?”

 “Yahu bizim kara sakal Mete’yi (adı bu olsun) diyorum. Yer yarıldı içine girdi.

Diğer kiracım ayın birinde öder kirasını, Allah Allah nerede bu herif...”

 “Hıııı, iki kiracı” diyor içinden dostum gülümseyerek ve ekliyor:  “Merak etme gördüğümde söylerim.”

Birkaç gün sonra görüyor gazeteciyi ama söylemiyor bizimki. Ve kapıcıdan kaçan gazeteci çok değil yedi sekiz yıl sonra dünyada da tanınmaya başlıyor. Özellikle de Amerikan sağı tarafından...

Ne diyelim... Hayat...

 

*

 

SOKAKLARDAN

En leziz kiraz terlikle daldan düşürülendir...

Bir metropolde yaşıyor olabilirsiniz ve cebinizde kiraz alacak para olmayabilir! Ve size bedavadan kirazlarını sunacak birkaç ağacın varlığından da haberdarsınız. O zaman sorun yok, iyi durumdasınız. Harekete geçme zamanı... Yapacağınız tek şey, terliklerinizi ayağınıza geçirmek ve bir şekilde yolunuzu Fındıklı’ya, tam da tramvay durağının karşısına düşürmektir. Sonra mı? Kolay. Fotoğraftaki bu sevimli kızın yaptığını yapacak, terliğinizi çıkarıp dala fırlatacak ve düşen kirazları toplayacaksınız! Hepsi bu...