KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Gözleriyle şiir yazan adamlar

Kocaman çakır gözleri vardı yaşlı adamın. Taşralı her erkeğin ellerindeki nasırlardan o da nasibini almıştı. Zira hayatın zorlukları, imzasını atar insanın ellerine taşrada. Elleri kocaman, ama kolları inceydi. Hafif kemerli burnunun hemen yanında rivayet odur ki, mercimek büyüklüğünde, doğuştan getirdiği bir ben vardı. Yaşı seksene yakındı ve Karadeniz’in rutubeti, romatizmayla el ele vererek belini büküyordu artık. Zorlu bir hayat yaşamış, başından çok şey geçmişti. Bedeni sarsılmış, örselenmişti. Ancak o gözler... İri çakır gözler... Yaşlanmamıştı gözleri. Ve sevgi doluydu bakışları... Fadime neneyle 60 yıl önce evlenmişti Hasan dede. Yaklaşık bir saat önce yaptığı ayrandan bir maşrabayı yanımdaki sehpaya koyarken Fadime nene, ihtiyarın bakışlarındaki o minnet dolu sevgiyi görme şansım oldu. Gülümsedi nene. Yere baktı sonra. Bir daha gülümsedi kocasına bakarken. Ve elini adamın nasırlı elinin üstüne koyarak bana baktı. Ve mealen şöyle dedi:

“Uşağım, habu adam beni kaçıralı neredeyse 60 sene oldu. Bir kere elini kaldırmadı. Bir kez olsun bana bağırmadı. 6 evlat verdim ona. Bir tek emzirmedi çocuklarımı... Gece benimle uyandı. Benimle beşiklerini salladı. Omuzuna yaslanarak sabahı ettiğim çok oldu, beşik sallarken. Uyurken üşümeyeyim diye üstümü örttü. Uykusuz kaldı ama beni uyuttu. Bana hiçbir zaman kıyamadı. Rahat etmem için her şeyi yaptı. Sen okumuş adamsın oğul. Bizden iyi bilirsin insanları. Sevgiyi, yardımlaşmayı, erkeği, adamı, kadını bilirsin. Ama ben de senin bilmediğin başka bir şey bilirim. Ben yetmişin ortasındayım oğul. On sene öncesine kadar şiir miir bilmezdim. Sonra sardım bu işe. Neden bilir misin?”

Merakla baktım Fadime nenenin gözlerinin içine...

“Kocam olacak habu güzel adam var ya, ilkokulu bile bitiremedi. 4 sene askerlik yaptı. Artık orada mı öğrendi de çok sonraları bana dedi, bilmiyorum, ama kısacık iki satırı var ki, ne zaman gözlerime bakıp dese bana başım döner...”

Hasan dedenin o iki satırı için ısrar ettim. Nene, utangaç bir tavırla, beyaz yaşmağını kulağının ardına atarken, dedi ki:

 “Mevlam senin cennetin

Yarimden güzel midir?”

Bu iki insanın yüz hatlarına dikkatle baktım. Ve bitmemiş, bitmesi mümkün olmayan bir aşk gördüm. Ve okumamış bir adamın 60 yıllık karısına bakarken, gözleriyle mükemmel şiirler yazdığını...

,

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Sonbaharda ıslanan sarsıcı anı

Eski zamanlara dair bir anının ayrıntılarını öğrendi Beyefendi gecenin içinde. Dostlarla yarenlik sofrasındaydı ve keyifli bir anın ortasına düşmüştü haber. İyi niyetli olmanın, kimselere zarar vermemenin ve bunu yaptığını da cümle aleme ilan etmenin sorunsuz bir hayat için yetmediğini düşündü haberin hemen ardından. Öylesine sarsıcı bir anının yaşanmaması gerektiği üzerine kısa bir söylev çekti kendine ve devam etti dostlarla sohbete. Ancak gece uzundu ve sofrada zihninden uzaklaştırdığı, bir şekilde yok saydığı anıdan kurtulmasının mümkün olmadığını anladı. Telefonun saati artık ertesi günün çoktan başladığını haber veriyordu sokakta. Her duygulu fani gibi Beyefendi de teniyle birlikte naif ruhunu da okşayan yaz yağmurlarını severdi.    Ancak gecenin içinde o boş caddede beden ve ruhuna iyi gelmeyen yağmur yaz yağmuru değildi. Altında ıslanmak istemediği, kaçtığı yağmur peşini bırakmadı. Birkaç saçak altı keşfederek dinlendi üç beş dakika. Ancak anı ruhunu örseleme katsayısını giderek artırıyor, sonbahar yağmurunun altında ıslanmaya, üşümeye, ruhunun derinliklerine yolculuğa ve gözyaşlarına davetiye çıkarıyordu. Zaman geçiyor, gece yarısı epeyce arkada kalıyor, yağmur durmaksızın yağıyor, Beyefendi de kendini yağmura teslim etmekte kararlı görünüyordu. “Başarı” dedi içinden, ne kadar da yalnız, ne kadar korunmasız, ne kadar düşman sahibi...

Ne kadar çok kıskanılırdı başarı. Ne kadar çok dost dediği insan vardı ve o “dostlar” sadece ama sadece kötü günlerinde el tutar gibi olmuşlardı kendisine. Oysa dost en çok da başarı yakalandığında gerekiyordu insana. Başarıyı birlikte omuzlamak gerekiyordu dostlarla. Hasete, kıskançlığa, çekememezliğe, hırtlığa birlikte karşı durmak gerekiyordu.

Yağmur altındaki gecenin daha da ilerleyen saatlerinde, bu türden dostlarının da olduğunu düşünerek şükretti. Ama hayatının en mutlu gününde, hayatında ne yazık ki önemli bir yer işgal etmiş, kaderinde kısmen de olsa söz sahibi olmuş birinin, pek de saklamadan dudaklarını büzerek attığı o mühtehzi bakış bir türlü çıkıp gitmedi zihninden. O çirkin yüz hatları uyku aralarında da olsa, işgal etti gecesini...

Ve sabah saatlerinde bir süre önce kararını aldığı yeni hayatın çok başlarında olduğunu anımsayarak, gülümsedi güne...

 

*

 

OKUYUNUZ...

2-195.jpg

Kadınlar Okulu, toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütü olarak bireyin içtenliğini ve kendini tanıması gerekliliğini vurgulayan Andrè Gide’in bu görüşünü en açık biçimde ortaya koyduğu eserlerden biri olarak çıkıyor karşımıza. Burjuva bir ailenin 1894-1936 yılları arasında üç ayrı bireyi tarafından kendi bakış açılarından anlatılan hikâyesi, dünyayı kendini var etme aracı olarak gören bir adamın ve kendini onun üzerinden yeniden tanımlamaya çalışan bir kadının yirmi yıllık beraberliğinin güncesi gibidir...

Belirli bir zamanı ve mekânı temel alarak toplumsal ve bireysel olanın birleştiği noktaları ustalıkla yansıtan Gide, bu romanında da, ülkesinin kültürel nabzını XX. yüzyılın politik ve ekonomik gelgitleri arasında isabetli biçimde tutuyor.

 

 

*

 

 

SOKAKLARDAN

Ters yoldaki ters adam...

Kadıköy’de adını yazmamıza gerek olmayan bir semt. Zira anlatacağımız olay trafiğin insanların ruh sağlığını bozduğu ülkemizin herhangi bir yerinde de biz fanilerin başına gelebilir...

Minibüs şoförü meslektaşları gibi mesafeyi kısaltmak ve zamandan kazanmak amacıyla arada bir de olsa girdiği ters yolda ilerlemektedir. O sırada bir amca otomobiliyle doğru yolda yol alırken minibüs şoförüyle karşı karşıya gelir ve ters yolda olduğunu defalarca hatırlatır. Ancak minibüsün direksiyonundaki adam rahattır. Ters yolda olması umurunda bile değildir. Yaşlı amcanın son uyarısının hemen ardından sabrının taştığını belli eder ve kalın taneli tespihini kolundan çıkarıp avucuna alırken tane tane şöyle der:

“Yahu baba, ne diye uyarıp duruyorsun beni! Anla artık, deminden beri konuşuyorsun. Görüyorsun ki, ters yoldayım. Evet, bunu ben de biliyorum. Aklın varsa, yol kıyısında sığınacak bir yer bul, geç oraya da yoluma devam edeyim. Zira ters yoldayım, demek ki ters bir adamm. Yani benimle uğraşma. Yol ver ve geçip gideyim. Beni uğraştırma.”

Yaşlı adam, çaresizce çevresine bakınır. Yapacak bir şey olmadığını anlar. Yutkunur ve minibüs şoförüne yol vermek için, boş bulduğu dar bir alana direksiyonu kırar.

 

 

*

 

 

FOTOHABER

Korkmayın, okuyorlar...

1-251.jpg

TÜYAP’tan iki kare... Yaşı çok genç kızımız, bulduğu ilk alana atmış kendini ve dikkat kesilerek okuyor. Bir başka kızımızın yanında ise satın aldığı ondan fazla kitap, zamanı geldiğinde okunmayı bekliyor. Başka bir çok yerde ise, saçma bir genellemeyle gençliğin asla okumadığını, düşünmediğini, kafasını çalıştırmadığını, tembel tembel oturduğunu bıkıp usanmadan tekrarlayan “aydın” zevat var. Demem o ki, sorun yok efendiler. Belki henüz istenen sayıda değil, ama gençler okuyor... Korkmayınız...

 

*

 

İŞTE O KADAR

Dostluk iki yürek arasında akan bir nehir gibidir; gittiği yeri de temizler, geldiği yeri de...