KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Milyoner çaycı...

Daha genç iken sonradan parayı bulanların çıkardığı rezilliklere, çılgınlıklarına, görgüsüzlüklerine doyurucu açıklamalar getiremiyordum kuşkusuz, yaşıtlarım gibi.

Mesela piyangodan milyoner olan ya da kendisine yine milyonluk miras kalan biri, bunu edeplice harcayacağına neden delirir, saçmalar, dağıtır, ocağını başına yıkardı? İşte akıl başa devşirildiğinde yanıtını aramam gereken soru öz olarak buydu. Hayat aktı, yıllar yürüyüp gitti ve bu tür sorulara yanıtlar bulmaya başladım elbette...

Daha ilk başta parayla ne yapacağını bilmen gerekir usta diyerek giriş yaptım konuya... Paranın ne işe yaradığını anlaman lazım. Hayatında kaplaması gereken yeri çok iyi bilmen şart! Çok sayıda soru var bu alanda diye devam ettim. Hepsine sağlam yanıtlar vermelisin ki, bir çuval inciri berbat etmeyesin. Ve soruları sıralandı peş peşe... Para mı, yoksa sen misin patron? Her iki durumda da ne olur? Parayı bulduğunda, hayatın daha anlamlı bir yola mı giriyor, yoksa tümüyle yoldan mı çıkarıyor seni? O büyük para hayatına girmeden önce, beklentilerin neydi? Bunlar gerçekçi miydi? Beklentilerin, kişiliğine uygun muydu, yoksa fırsatını bulur bulmaz, kaotik bir hayatın içine atlayacaktın? Kişiliğini de değiştirir mi para? Düşünmek gerekiyor...

Ve sonra bir zamanlar çalıştığım işyerindeki "milyoner" (30 yıl önce) çaycının bu tür sorulardan haberli olamayacağını duyumsadım...

Ve yaşananı anımsadım... Çaycı Karadenizli idi. Şans oyunlarından birinden büyük ikramiye kazanmış. Çıldırmış adam! Karısını boşamış. Tarlayı ve evi de satmış. Sonra iki araç kiralamış ve memleketten İstanbula doğru yola çıkmış. Öndeki takside kendisi, arkadan gelende ise şapkası varmış. İstanbul'a böyle varmış... Paraları kadınlarla 6 ayda tüketip yoksullaşmış ve bizim işyerine gelip çaycı yazılmış. O zamanlar yaşı altmışa yakındı ve bu yıkımdan sonra ancak anlamıştı parayla ne yapması gerektiğini. Ama para artık yoktu...

 

*

 

BEYEFENDİ

Sana nasıl davranıyorlar?

İnsanı iyi tanıdığı bile söylenebilirdi. İçindeki çiğliği, nankörlüğü, egoyu, hasisliği, gaddarlığı, edepsizliği, yamukluğu tanıyordu. Uzun yılların kendisine yaşattıklarından edindiği deneyimler, bu konuda laf edebilecek hale bile getirmişti onu. Ancak yine de kendilerini oyuna kaptırmış bağırıp çağıran çocukların yanından geçerken küçük bir sahil parkında, nerede hata yaptığını çıkarmaya çalışıyordu Beyefendi.

Onca deneyden sonra, neden hala insanların sana kötü davranmasını engelleyemiyorsun ey fani gibilerinden çıkıştı kendine sonra...

Çok geçmeden uzun yürüyüşünün sonlarına yaklaşmakta olduğunu hatırlattı ona bacakları ve bir banka attı kendini yavaşça.

"İnsanların sana nasıl davranacağını belirleyen normal koşullarda senin tavırlarındır" dedi öfkeyle. Ve o anda yüz hatlarının aldığı hali görmek istedi. Muhtemelen mahkeme duvarı diye geçirdi içinden ve acı bir gülümsemeyle yeniden sorununa döndü.

Önleyici taarruz dedi sonra. Daha baştan engelleyeceksin insanları. Sınırlarını çok kalın çizecek ve içeriye sızmaya çalışanın başına bela saracağını net bir tavırla söyleyeceksin. İnsanların hadlerini bilmesini sağlayacaksın. Senin değiştirme, engelleme kapasitenin dışındaki alanlar hariç, hiç kimseyi özel alanına sokmayacaksın, istemediğin takdirde. O alanına girmeye kalkan, bunun bedelinin ağır olacağını kendi adı gibi bilmeli, bunu sağlayacaksın. Kendine, insanlara ve hayata karşı net olacaksın. Alanını ne pahasına olursa olsun, koruyacaksın.

Tekrarlamakta bir sakınca yok elbette dedi sonra, zira ders derstir:

"Paspas olmaya razıysan, neden beni çiğniyorlar diye sızlanmayacaksın."

Sonra yerinden kalktı ağır ağır. Sancıyan beline avuç içleriyle beş on saniye kadar bir zaman masaj yapmaya çalıştı.

Neşe içinde, kendilerini oradan oraya atan çocuklara baktı bir süre. "Acaba bu masumların kaçını büyüdüğünde berbat bir çakala dönüştürecek bu şehir" diye söylenerek yürüyüp gitti...

 

*

 

FOTOHABER

Oyun zamanı...

Güneşli bir hava. Haziran. Bir park. Ters durumdaki atılmış bir kanepe. Ağaçlar gölge etmiş güneşe. Ve 7-8 yaşlarında esmer bir küçük kız. Zor duyulan kıvrak bir müzik sesi geliyor fotoğrafçının kulağına. Kız da duymuş olmalı. Kulak kabartıyor. Terliklerini zarif bir hareketle çıkartıyor ve atlıyor koltuğun üzerine. Oyun zamanı...

qaf.jpg

Fotoğraf: Nurettin İğci

*

 

OKUYUNUZ

Ahmet Hamdi Tanpınar, kültürümüzü bir "iç âlem medeniyeti"nin tezahürü olarak görür. Bu medeniyeti, belirli bir ahlâkı taşıyan "mânevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş" insanlar meydana getirmiştir. Huzur'da Mümtaz, roman boyunca kendisini "huzur"a kavuşturacak bir "iç nizam" peşine düşer. Eser için, kafa karışıklığını çözememiş Cumhuriyet aydınının "huzursuzlukları"nı dile getiriyor da denebilir...

hzuur.jpg

*

 

İNSANLAR

 

Kaç yıl

yaşamalı

 

Bir zamanlar bir arkadaşım, yüzüme bakıp bakıp, "Sanki 300 sene yaşayacakmışsın gibime geliyor" derdi. Sonraları bir yazar dosta aktardım bu cümleyi. Derinliklerdeki korkuyu sezmişti. "Boşver usta" dedi, "herkese olan bana da oluyor de gitsin. Dostların gidince çok bekleme, sen de git. Ayrıca neyine yetmiyor 80-90 yıl?"

 

*

 

İŞTE O KADAR

 

Her şeyim sen oldu, ölümün alacağı bir şey bırakmadın bende...

Yannis Ritsos