KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Eşref saati...

Hayatta her şey var ve bu her şeyin içinde eşref saatinin yeri tartışılmazdır. Geçenlerde otuzlu yaşlarda bir arkadaşla sohbetin bir yerinde, “Biliyor musun” dedi, “bu yaşıma kadar eşref saati nedir bilmezdim, hayatımda hiçbir yeri yoktu, ama ne zaman ki, şu sevmediğim işime başladım, tanışmak zorunda kaldım eşref saatiyle...”

“Nasıl yani” gibilerinden baktım yüzüne. Mutsuz bir ifadeyle, “İşyerimdeki yönetici yüzünden” dedi, “en sıradan derdimi bile anlatabilmek için onun heyheylerinin üstünde olmadığı bir zamanı kollamaktan yoruldum vallahi...”

Müstehzi bir tebessüm ve düşünme sırası bendeydi. Eşref saati diye geçirdim içimden... Hayatlarımızda çok önemli yeri olan bir an ve de anlar dizisi...

Neredeyse beşikten mezara kadar asla yakamızı bırakmayan bir süreç...

Daha çocukken ebeveynlerimizden bir şey isteyeceğimiz zaman genellikle de içgüdülerimizin yardımıyla keşfederiz onu. Bir şeyi tam olarak ne zaman istersek onu almayı garanti etmiş oluruz? Anahtar bu soru! Kulağımıza küpe etmemiz gereken şey bu işte. Ve hayat yol alır... Birazcık daha ayaklandığımızda okulluyuz artık ve hocalarımızın eşref saatini kollamaya başlarız bir şeyler talep edeceğimiz zaman. Arkadaşlık ilişkilerimizde de böyledir. Ne kadar can ciğer dost, kanka olsak da buralarda bile bir eşref saati sessizce, sinsice bir köşede, pusuda bekler. Sonra sevdiğimizi, beğendiğimizi beyan edebilmek için karşımızdakinin eşref saatini bekleriz. Erkek isek, askerlikte kumandanların eşref saati vardır. Ve işyerlerimiz... Ömürlerimizin yarısını geçirdiğimiz bu mecralarda eşref saatini dikkate almadan huzura eremeyiz. Emekli olamayız, tutunamayız işyerinde. Eşref saatini bir kenara koyan faninin başına gelmedik iş kalmaz işyerinde. Ve muhtemelen beklentilerinin hiçbirine ulaşamaz. Şanslıysa yerinde sayar. Eğer şanssız ise bir adım ileri, iki adım geri gider. Başarı ya da başarısızlıkta birinci dereceden önemlidir eşref saati...

“Daldın bir süredir” dedi arkadaş, kolumu dürterek.

“Şu eşref saati derin iş” dedim, “ihmale gelmez...”

 

*

 

OKUYUNUZ...

Çocuklar için ustaca kaleme alınmış, sımsıcak bir arkadaşlık öyküsü: Gökten Not Yağıyor! Ödüllü Flaman yazar Michael De Cock, berrak üslubuyla okunurken zevk veren bir arkadaşlık hikâyesi anlatıyor. İki çocuğun zekice kurgulanmış diyaloglarını ve gözlemlerini okurken gülümseyip düşünecek, resimlere bakarken apartmanın içinde dolaşacak, yükseklere çıkıp ayaklarınızın altında uzanan kenti seyre dalacaksınız...

basliksiz-3.jpg

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Dilenciliğin de raconu var!

Her normal insan gibi, bu hayatta mesleklerin ve de bunların incelikleri olduğuna inanır Beyefendi. Ve mesleğini adam gibi yapanlara, her kim olursa olsun, kayıtsız şartsız ve de katıksız saygı duyar. Geçenlerde avare dolaşmalarından birinde, ikindi vakitlerinde, küçük ama derli toplu, bakımlı bir caminin yakınlarındaki bankta yorgun düşmüş bacaklarını dinlendirirken rastladı o beceriksiz dilenciye. Prensip olarak bu mesleğin gençlerine para vermez, hatta çalışmaları konusunda sıkı bir zılgıt çektikleri bile olur zaman zaman. Ama bu çocukta bir başka hal vardı ve o sıcakta, bırakın haşlanmayı, en ufak serzenişi bile kaldıracak halde değildi. Bezgin Bekir’in ta kendisiydi caminin merdivenlerinde oturan on beş yaşlarına yakın hırpani genç...

Ve asıl yanındaki orta yaşlı kadına odaklanmak durumunda kaldı Beyefendi.

Zira kadın bir ustaydı! Genç dilenciye mesleğin incelikleri konusunda bedavadan ders veriyordu. “Oğlum” diyordu çocuğun gözlerinin içine bakarak, “bir kere durduğun yer yanlış. Gelen gideni engelliyorsun. Boynunu sağ yana bükeceksin. Bakışların yamuk, insanlara dövecekmiş gibi bakma. Birazcık sevimli ol ki, insanlar acısın sana. Yoksa niye para versinler! Ses tonun berbat, boru gibi... Oğlum biraz incel be. Salaklık yapma, iki avucunu değil birini açacaksın, bak sağ avucunu. Parmak araların da kapalı olsun ki, küçük paraları düşürmeyesin. Yalvarıp durma. Sesini idareli ve etkili kullan. İnsanların oruç tutarak kazandığı sevaptan, bayramdan söz et sık sık. Şu üstündeki paçavraları da bir an önce değiştir. Daha az yırtık pırtık olsun. Temiz ol. Dilenci illa da kirli olacak diye bir şey yok. Kokundan kaçmasın insanlar. Bütün sülalen ölmüş gibi konuşma. Birkaç kişi sağ kalsın, ancak dikkat et, onların da kaderi kötü olsun. Yoksullar, işsizler, baban hasta. Annen ölmüş olabilir, bak bu yürek dağlayabilir. Para getirir evladım...”

Kadın büyük bir ciddiyetle derse devam ederken, olmayan şapkasını çıkarıp saygıyla selamladı kadını ve uzaklaştı oradan Beyefendi.

 

*

 

İŞTE O KADAR

Güzeli güzel yapan edeptir, edep ise güzeli sevmeye sebeptir!

Mevlana

 

*

 

İNSANLAR...

Sözün ağırlığı

Sözü ağır ve dikkate alınır yapan, birkaç etmen vardır. Bir, söz ne diyor? İki, kim söylüyor? Üç, nasıl söylüyor? Dört, kapsayıcı mı, ayrıştırıcı mı? Beş, söz zamanın ruhuna uygun mu? Altı, sözü söyleyenin asıl niyeti ne? Yedi, söz, bir operasyonun parçası mı, yoksa hayatlara anlam mı katıyor? Sekiz, söz nerede söyleniyor? Demem o ki, söz etmek sıradan bir iş değildir...

 

*

 

FOTOHABER

Kilit-ül- bahr, namı diğer Kilitbahir... Denizin kilidi... Kepez’e az kala Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri... 101 yıl önce atalarımızın güçlü düşmana karşı amansız bir savaş verdiği Kilitbahir’in hemen karşısındaki burundayız arkadaşlarla. Kendini çok tuhaf hissediyor insan. Sanki o savaş hala sürüyor. Onbaşı Seyit, yüzlerce kiloluk o topları yüklenip yola çıkmış... Gözleriniz yaşarıyor, o yüce ruhları yad ederken gecenin içinde. Az geride “Dur yolcu” diyen asker... Ve sanki havada, karşı tabyalardan çıkıp gelen yabani kekik kokusu var...

basliksiz-2-001.jpg