KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Gönlünü hoş tut...

Yaşı seksene yakın. Bu zamana muhtemelen beş “normal” insanın ömrünü sığdırmıştır. Ancak yaşadıkları ne olursa olsun, hayatın değerini bilmiş bir kadın o. Saçları beyaz artık. Yüzünde, çocuksu, muzip, kendisiyle dalgasını geçtiğini anlatan bir ifade var. Daha çocuk yaşlarında çalışmaya başladı. Hayatında acı çoktu. İyi niyetli, ancak kendi içine gömülmüş, sorumsuzluğun dibine vurduğunda ancak tutunabileceğine inanan bir kocayla geçirdi 60 yılını. Bazen oturup dinlerdim onu. Ve anlardım ki, okumuş, yazmış, teorik epey meseleye yabancı olmayan biri olarak, yaşlı kadın sert yaşanan pratik hayat konusunda epey ilerdeydi benden. Kaderci bir yaklaşımı var gibiydi hayata karşı. Ancak tuhaf bir şekilde teslim etmiş değildi kendini, mücadeleciydi. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyor, yarın ölecekmiş gibiyse hazırlıklı biri... Geçmişi, sanki hiç geçmişte bırakmamış gibi. Yaşadığı hayatta tanığı olduğu olaylar hakkında en küçük bir ayrıntıyı bile unutmamış. Her şey hafızasında taptaze... Bunu nasıl başardığını hâlâ çözebilmiş değilim. Eğitimli değil, ancak hayat okulunda pişmiş bir insan. Ve ne zaman düşünmeden ölümden söz etmeye kalksam, alaycı bir gülüş yerleşirdi yüz hatlarına. Ölümü de gerçek bir bilge gibi hayatın bir parçası olarak görüyordu o... Rahattı. Hazırdı zamanı gelince gitmeye.... Ne zaman daha çok çalışıp biraz para kazanmak gerekir gibi laflar etsem, yine o alaycı gülümsemeyle, hep şöyle der: “Hayat kısa oğul. Ve ne zaman göçüp gideceğimiz belli değil. Kendini mutlu etmeye çalış. Para da mal da dünyada kalır. Gönlünü hoş tut, yeter...” Ve onun sözleri ne zaman aklıma gelse, bu toprağın insanının kadim bilgeliğini bir kez daha selamlarım...

BEYEFENDi

Dip dalgaları​

Toplumlarin olduğu gibi bireylerin de hayatlarında yıldızın parladığı anlar vardır. Ancak hayatı iyi okuduğunu düşündüğümüz zeki insanlar bile bu anların her zaman farkına varamaz. Bu işin sırrına erebilmek için çok çe- şitli argümanlara bakmak gerekiyor. Bu yerlerden biri dip dalgalarıdır. Oralarda neler oluyor? Dalgaların vermek istediği mesaj nedir? Dalgaların boyutları, derinliği, süresi, gücü nedir? Bunlara verilecek yanıtların yanında oralarda çok ağır, sakin, sessiz, usul usul akıp gidenin ne olduğunu bilmek gerekiyor. Peki, tam da yıldızın parladığı anda ne yapmak gerekiyor? Kime akıl sormalı? Düşünme odasına mı kapanmalı? Kendi içinde yolculuğa mı çıkmalı? O andan nasıl yararlanmalı? İşte bunları düşündü Beyefendi, zorlu bir gecenin yerini sabaha bırakmaya hazırlandığı vakitlerde... Acaba dedi daha sonra, ya benim yıldız? Parladı mı acaba samimiyetle? Şayet bu olmuşsa farkına varabildim mi? İşaretler neydi? Hayatımı tümden değiştirecek olan bu şansı anlayabilecek halde miydim? Basiretimin bağlandığı bir anda mı acaba parlamıştı yıldız da görememiştim. Sonra sabahın ilk ışıklarını karşılamak üzere pencereye doğru giderken, ne kadar şanslı bir insan olduğunu hatırlattı ona zihni. Yıldızın bir değil, tam üç kez parladığını duyumsayarak iç geçirdi birden... O anları, o parlaklığı, o büyük fırsatı kaçırdığı için uzun yıllardır yapmadığını yaparak, ilk kez çok ama çok acıdı kendine. Ve derin bir hayal kırıklığı iliklerine kadar ürpertti Beyefendi’yi. Ve hemen toparlanarak bütün keyifsiz duyguları bir yana bırakmak gerektiğini hatırlattı kendine. Ve yaşı başı ne olursa, olsun aklı başında her insanın yapması gereken çok önemli bir şey var dedi. Yıldız en az bir kez parlar... Avuçlarının içine almayı bileceksin onu...

İNSANLAR

İşte ideal bir çalışan!​

Adam özel bir işletmede hizmetli. Amiri yokmuş gibi davranıyor. Tembellik fıtratında var ayrıca. Çalışmayarak para kazanır. Bir yolunu bularak işlerini yanındakilere yaptırmakta artık ustalaş- mış. En zorlandığı anlarda bile işi gırgıra vurup yakayı sıyırmayı biliyor. Geçenlerde bir arkadaşı, “Genel müdür evrak istiyor, şunları bir ulaştırıver” dedi. Adamın yüzüne baktı bir süre, sonra sol gözünü kapatıp ötekinin üstündeki kaşı kaldırıp müthiş rahat bir tavırla şöyle dedi: “Acelesi yok, beklesin bir süre...”