KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü

KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü
Ha Gazze, Ha Kerkük

Başbakan Erdoğan Gazze’de 20. gününe giren İsrail katliamına dünyanın sessiz kaldığını hemen hemen her gün söyleyip zaman zaman da ağır ifadelerle yüksek sesle eleştirirken sıkça da İslam ülkelerini suçlamaktadır. 
Bu serzenişin insani görev olduğunu kabul etmekle birlikte burnumuzun dibinde 35. gününe giren ve benzer katliama maruz kalan soydaşlarımız Türkmenler için Ankara’nın bu denli sessiz kalmasına ise anlam vermekte zorlanmaktayım. 
Ortadoğu sorunu olarak bilinen Arap-İsrail meselesinin tarihsel ve toplumsal gerçekleri hayli fazladır. Irak’ta Türkmen toplumunun ise bazı çevrelerin Türkiye’nin stratejik politikaları ile ilişkilendirmeleri sonucunda sürekli haksız baskılara maruz kalmış ve bugün de bilindiği üzere dramatik bir durumla karşı karşıyadır. 
İsrail’in güvenliği ABD’nin öncelikli stratejik hedefleri içerisindedir. Bu nedenle Gazze için ABD’nin ve batı ülkelerinin utanç duymasını beklemek abesle iştigaldir. Ancak Türkmeneli bölgesinde cereyan eden olaylar için tarih Ankara’yı affeder mi? Olayları kısaca hatırlatalım;
Siyonizmin siyaset sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarında 1860 - 1880 yılları arasında Yahudiler arasında yapılan çeşitli organizasyonlar ve 1897 yılında T. Herzl’in öncülük ettiği Siyonist Kongre ve devamındaki gelişmeler İsrail devletinin kuruluş sürecindeki temel adımlardır. T. Hezl’ın çalışmaları sonucunda 1917’de Beltour Deklarasyonu yayınlanmıştır. C. Weizmann ve arkadaşlarının kurduğu Yahudi fonu Filistin’de ilk Yahudi kolonilerinin kurulmasına öncülük etmişlerdir. Bu süreç sonucunda İsrail oldu bitti ile kurulduğu 1947 yılından günümüze kadar ABD ve Batı desteği ile bölgede istediğini yapmaktadır. Aslında Batı’nın İsrail ile örtüşen çıkarlarının yanı sıra tarihsel boyutu ve aralarındaki inanç meselesi göz ardı edilmemelidir. Bunun için ABD ve Batı, İsrail’in kuruluşundan beri yaptıklarının büyük bir kısmı hukuk ve uluslararası kurallara aykırı olmasına rağmen sessiz kalmakta ve hatta haklı bulmaktadırlar.
Peki, İsrail’in hedefi nedir? Dünyada tek din devleti olan İsrail elindeki muharref Tevrat’a göre Ortadoğu projesinin kaynağı olan Mısır’dan ‘Nil’Fırat havzasına kadar vaat edilmiş topraklara sahip olmak ve Büyük İsrail devletini kurmaktır. Bunun için Filistinliler göçe zorlanacak, Kudüs Başkent olacak ve Mescid- i Aksa yıkılarak yerine Süleyman Mabedi inşa edilecektir.
Benzeri bir uygulamada bugün Türkmeneli bölgesinde uygulanmakta,  Türkmenler göçe zorlanmakta ve Kerkük Kürdistan’ın Kudüs’ü ve başkenti olarak gösterilmek istenmektedir. 
Araplara gelince üç sınavı da geçemediler. İlki; 1948 İsrail devletinin ilan edilmesine karşı gelen Arap devletlerinin açtıkları savaş İsrail ordusunun mağlubiyeti ile sonuçlanmak üzere iken, Batı’nın dayatması ile ateşkes ilan edildi. Arap ordularının başkumandanı olan Türkmen kökenli Mustafa Ragıp Paşa, zamanın Irak hükümetinde almış olduğu bu talimata tepkisini, sırtındaki rütbeleri söküp yere atmış ve  “Arap olmamam benim için yeterlidir” demiştir. Aynı savaşta 5. kolordu kumandanı yine Kerküklü Türkmen Ömer Ali, Cenin Bölgesini ele geçirmiş ve ateşkes imzaladığında 1967 yılına kadar İsrail’in Arap tarafında kalmıştır. Filistinlilerin ileri yaşta olanları, bu her iki Türkmen kahramanını yakından tanımaktadırlar. Nur içinde yatsınlar.
1 Haziran 1967’de güneşin doğuşu ile altı günlük savaş adı ile bilinen İsrail’in Arap ülkelerine düzenlediği ani hava saldırıları sonucunda Mısır ve Suriye’nin tüm askeri hava alanları felç edilmiştir. 6 gün süren savaşta Golondak Türkmeniye’de bulunan Türkmenlerin kahramanca direnmelerine rağmen İsrail operasyonu tamamlamıştır. 
Arapların son sınavı ise; 1972’de petrol ihraç eden Arap rejimleri “Petrol Ambargosu” tehdidinde bulunmuşlar ancak onun da sonunu getirememişlerdir. Bundan sonra Araplar İsrail’le çatışma kavramını sözlükten bile çıkardılar.
Hâlihazırda Türkmeneli bölgesinde 200 binden fazla soydaşımız çöllerin ortasında hayır kurumlarından yardım bekliyorlar. Öte yandan göçe zorlanan soydaşlarımızın Kerkük ve Erbil’e girmeleri, IKYB tarafından engelleniyor.
Türkiye’ye gelince verilen yüksek tepkinin caydırıcılığı, ülkenin siyasi ve ekonomik gücüne bağlıdır. 
Birbirine benzer durum gösteren her iki bölgeden Gazze için ateşkesi ve Irak’ta da Türkmenler için güvenli bölgenin kurulmasını Türkiye sağlamalıdır.  
Her ne kadar Ankara’nın yüksek sesinin caydırıcılığı olmasa da Türkmenlerin bu sese moral açısından ihtiyaçları vardır.
“Ha Gazze Ha Kerkük” işte bu kadar.