KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü

KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü
Zor karar

ABD Başkanı Obama’nın IŞİD ile ilgili 11 Eylül tarihinde yapmış olduğu açıklamasının ardından ABD üst düzey yetkilileri Türkiye dahil bölge ülkelerine yoğun diploması trafiğini başlatmışlardır. 
Bilindiği üzere IŞİD’e karşı mücadele stratejisi, 4-5 Eylül tarihlerinde Cardiff’te yapılan NATO zirvesinin ana gündemini oluşturmuştur. Zirvede Türkiye’nin de içinde bulunduğu on batılı ülkeden oluşan bir koalisyon kurma kararı alınmıştır.
IŞİD ile ilgili mücadele konusunda yapılan toplantılardaki açıklama ve yorumlardan anlaşıldığı üzere, NATO zirvesinde oluşturulan koalisyonun üstleneceği sorumluluğun sınırlı olacağı, fakat yine Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve Sünni Arap ülkelerinin de yer aldığı diğer bir koalisyon ile IŞİD’e karşı verilen mücadeleyi neredeyse tamamen bu ülkelere yıkılması açıkça ifade edilmektedir. Bu bağlamda Araplardan maddi ve istihbarat desteği, Türkiye’den ise aktif rol alması istenmektedir. Bilindiği üzere Türkiye’nin Irak’a askeri müdahale krizi yeni değil, daha önceki yıllarda da iki kez Musul ve Kerkük başta olmak üzere Ankara’nın gündemini günlerce meşgul etmiş ve yoğun tartışmalara sebep olmuştur. Ancak Ankara’nın durumu hiçbir zaman bu günkü kadar zor olmamıştır.
Irak’a müdahale krizinin ilki 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde meydana gelmiş, Körfez Savaşı sırasında Özal’ın Irak’a müdahale önerisini reddeden dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın Aralık 1990 da istifasıyla noktalanmıştır. 
İkinci kriz ise 1 Mart 2003 tarihinde TBMM’ye sunulan ABD başkanlığındaki koalisyon güçleriyle beraber Türkiye’nin Irak’a müdahil olması ile ilgili tezkere mecliste çoğunluk sağlanamaması nedeniyle geçmemiştir. Özal’ın Körfez Savaşı sırasındaki önerisine ve 1 Mart 2003 tezkeresine zamanında karşı çıkanlar bugün maalesef bu kararların yanlış alındığından bahsetmektedirler. Her iki krizle ilgili bugün olduğu gibi tartışmalar ileride de devam edecektir. 
Bugünkü IŞİD krizine gelince; her ne kadar bazı farklılıklar varsa da tarih kısmen tekerrür etmektedir. Daha önceki yazılarımızda belirttiğim gibi IŞİD öncülüğünde küresel güçler tarafından başlatılan insanlık dışı operasyonlara hiçbir şekilde ses çıkarmayan dünya kamuoyu, Irak’ın kuzeyindeki stratejik öneme sahip bazı bölgelerin IŞİD tarafından ele geçirilmesi sonucunda dünya ayağa kalktı ve her şey yön değiştirmeye başladı. Bu operasyonlar sonucu çaresiz kalan Kürt bölgesel yönetimi ve Irak hükümeti dünya kamuoyunun dikkatlerini çekerek batılı ülkelerden yardım talebinde bulundular. IŞİD’in küresel güçlerle irtibat içerisinde olması ise ihtimal dahilindedir. IŞİD ile ilgili hali hazırdaki süreçte ise küresel güçlerin ya IŞİD’le olan işleri bitmiş ya da IŞİD tamamen kontrolden çıkmıştır. 
Yukarıda sözü edilen Irak’a iki müdahale ile ilgili olarak Musul ve Kerkük meselesi sürecin ana gündemini oluştururken IŞİD operasyonlarında en fazla zarar gören Türkmenlerin, ne NATO zirvesinde ne de Arap ülkelerindeki IŞİD’le mücadele toplantılarında hiç dikkate alınmaması düşündürücü ve manidardır. Yukarıda bahsedilen Körfez Krizi ve 1 Mart tezkeresi uygulanabilseydi, Türkiye büyük olasılıkla bazı kazanımlar elde edebilme şansına sahip olabilirdi. Fakat bugün bilinen sebeplerden dolayı Türkiye’nin Batı ısrarıyla yapacağı askeri müdahalenin ise zamanında yapılmaması nedeniyle, bazı tedbirlerin alınmaması durumunda, sakıncalı olacağı kanısındayım. 
Tedbirler alınması durumunda Türkiye müdahil olmalıdır. Duruma farklı yönden bakıldığında; Türkiye’nin seyirci kalması durumunda ihale PKK ve PYD’ye verilecek ve bu durumda da Türkiye’nin egemenlik meselesi söz konusu olabilecektir. Diğer taraftan batının Sünni Araplara yapacağı silah yardımı Türkmenler için de talep edilmelidir. Netice itibariyle Ankara’nın önünde fazla bir seçenek olmaması nedeniyle Türkiye’nin yüksek menfaatleri doğrultusunda gereği yapılmalıdır. Velhasıl çok zor bir süreç.