Korkunun ecele faydası yok

Korkunun ecele faydası yok
Korkunun ecele faydası yok

MHP'nin kerameti kendinden menkul bir Genel Başkan Yardımcısı var. Profesör unvanlı ama bu unvana yakışmayan mantık dışı sözlerin sahibi bir adam: Semih Yalçın.

Muhaliflerin Pensilvanya'dan (yani Fethullah Hoca'dan) talimat aldığını söylüyor ve:

"Ülkücü iradeyi kayyum marifetiyle ipotek etme girişimleri, tefecilerin imzalı senetleri kırdırma yöntemine benzemektedir. Bu yöntemlerle bize diz çöktüreceğini ve MHP'yi ele geçireceğini sananlar ağızlarını poyraza çevirmek zorunda kalmışlardır (yani hava almışlardır)... Bunlar Fethullah Gülen'in himayelerindedir." diyor.

MHP'li bir arkadaşım o sözlere cevaben "Hay Fethullah kadar senin başına taş düşsün be adam!" dedi.

***

Nasıl da moda oldu bu cemaat işi?

40 yıllık sağlam ülkücüler bile artık "Cemaatçı, Fethullahçı, Paralelci" olmakla suçlanıyor!

Geçtiğimiz dönemde AKP bu lâfları kendi hasımlarına söylüyordu, şimdi MHP Genel Merkezi de AKP'yi taklit ederek aynı sözlerle ülkücülere saldırıyor!

Bu kadar sığ görüşlüler.

***

Meral Akşener, Ümit Özdağ, Sinan Oğan, Koray Aydın... Bunlara "Fethullah'tan emir alıyorlar" demek hangi akla, vicdana sığar? Bu, en azından insafsızlıktır!

Uydurma iddialar "Devlet Bahçeli şutlanıp giderse, biz de yok oluruz" korkusundaki gariban takımının şuursuz çırpınışlarıdır.

Fakat... Klasik sözdür:

"Korkunun ecele faydası olmaz!"

Bunlar, öyle veya böyle mutlaka gidecekler...

Ünlü bir lâf vardır: "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz!" diye... Bunların da durumu öyle!

Rahmi Turan Sözcü

 

 

*

 

Ölüm tarlaları

Bunlar ülkeyi idare ettiklerini sanıyorlardı...

Sonra, asıl terör örgütlerinin bunları idare ettiği anlaşıldı!..

Bunlardan biri PKK, diğeri şimdi "Fethullah Terör Örgütü" dedikleri eski ortakları, mümin kardeşleriydi...

(...)

Her konuda çok uyanıktırlar...

Kupon arazilerde...

Ballı ihaleleri dağıtmakta...

Vakıflar kurup malı götürmekte...

Kamu arazilerini yandaşlara paylaştırmakta...

Demokrasiyi rafa kaldırmakta...

Hukuku iğdiş etmekte ve yargıyı halletmekte...

Üstlerine yoktur!..

Gel gelelim, PKK tüneller, hendekler kazarken, barikatları yaparken, karayollarına bombaları döşerken...

Ülkeyi patlayıcı ve silah deposu yaparken...

Bizim uyanıklar horul horul!..

***

Türk Silahlı Kuvvetleri açıklıyor; Diyarbakır'ın Lice, Hazro ve Kocaköy ilçelerinde kamu arazileri de dahil binlerce dönüm tarım arazisinde tam 67 milyon 605 bin kök Hintkeneviri ele geçirilmiş...

Hintkeneviri esrarın ham maddesi; nitekim 15 bin 414 kilo da esrar imha edilmiş...

Bunların değeri milyarlarca lira; PKK'nın uyuşturucudan elde ettiği paraya bakın, bir de bizim aymazlara bakın!..

***

Bu herifler köylülerle de iş birliği yaparak, 67 milyon 605 bin kök Hintkeneviri yetiştirirken...

Çapalarken, gübrelerken, sularken, eyy iktidarın muktedirleri nerelerdeydiniz?!.

Nerede olacaklar, ona buna posta koyma, sonra da ezile büzüle alttan alıp özür dileme derdindeydiler...

Bu ülkenin polisi, jandarması, istihbaratı, tarım müdürlükleri, kaymakamları, valileri yok mudur?..

Vardır ama "Teröristlerle anlaşıyoruz" diye kulaklarının üzerine

yatmışlardır!..

(...)

Sonuç itibarıyla PKK hem patlayıcılarla, hem canlı bombalarla, hem Kalaşnikoflarla yaptıklarını, gençleri zehirleyerek de katmerlendirdi...

Ölüm tarlalarından elde ettiği milyarlarca lirayı da silaha ve patlayıcıya yatırdı...

Peki bütün bunlar olurken dünyayı idare eden bizim dehşetengiz muktedirler ne yapıyordu?..

Kulaklarının üzerine yatmış, horul horul uyuyorlar veya üç maymunu oynuyorlardı!.

Mehmet Türker Sözcü

 

 

*

 

Kandırılmıyor, kandırarak tasfiye ediyor

Erdoğan siyasi yaşamının en güçlü günlerini yaşıyor.

... eş zamanlı olarak en tehlikeli günlerini de geçiriyor.

... anayasal suçlar bini aştı.

Demokrasi, hukuk, insan hakları konularındaki karnesinin artık tamamı sıfırlarla dolu.

Yolsuzlukla ilgili hakkında hiçbir şey yapılamamasına rağmen devletin kayıtları en küçük bir tökezlemede foseptik çukuru gibi patlayacak.

İçte ve dışta çok sayıda düşman edindi, günün koşulları gereği şu anda kimse sesini çıkaramıyorsa da geleceğinin bir facia olduğu gün gibi ortada.

Bu da Erdoğan'ı daha içine kapanık, daha öfkeli, etrafına karşı daha güvensiz yapıyor.

Bu güvensizliğin sonucu Erdoğan yol arkadaşlarını hızla tasfiye ediyor, en küçük bir eleştiri karşısında bile düne kadar birlikte yürüdüğü insanların üzerini çiziveriyor.

Mavi Marmaracılara "bana mı sordun" sorusu bunun son örneği.

Erdoğan bu tasfiyeyi "kandırıldık" bahanesinin arkasına sığınarak yapıyor.

Cemaati "kandırıldık" dedikten sonra tasfiye etti. Oysa ortada kandırılma yok. Erdoğan hedefe giden yolda kime ihtiyacı varsa kullanıyor, miadı dolanları çöpe atıyor. Bunu yaparken de bir bahane bulması gerek, "kandırıldık" deyip sıyrılıyor.

Cemaat böyle gitti. En yakın dostları, arkadaşları, can yoldaşları Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik benzer "kandırmışlar beni, maksatları başkaymış" bahanesiyle gitti.

(...)

Oysa herkesi kandıran bizzat kendisi.

Hiç kandırılmadı.

Herkesi kandırdı, kullandı, tehlikeyi gördüğü an atıyor.

Son numara ise IŞİD.

Korundular, kollandılar, yardım ve destek gördüler, Türkiye'yi terör üssü haline getirdiler.

Şimdi Türkiye'yi vuruyorlar.

Onlar Türkiye'yi vurdukça radikal İslam'a ilgi artıyor. Yeni meczuplar, canını ortaya koyacak kadar "davaya gönül vermiş" kişiler ortaya çıkıyor.

Saray açıkça "kandırıldık" diyemiyor tabii bu duruma. IŞİD'i düşman gösteriyormuş gibi yapıyor, esiyor gürlüyor, operasyonlar yaptırıyor.

Elbette ülkenin yarısını yine kandırıyor, bizi de kandırdığını düşünüyor.

Can Ataklı Korkusuz

 

*

 

Gel vatandaş gel

Oh ne güzel valla, sebil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı. Hayırda sınır tanımıyoruz. Zaten tanınacak halleri kalmadı, bütün sınırlar kevgir.

 Tamam, çok üzülüyoruz mültecilerin hallerine. Ama bu coşkun akan misafirperverlik selinde acık sakin olmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira 3 milyon Suriyeli misafiri evimize temelli alıp akraba edinmekten bahsediyoruz.

 Tamam, misafir zevklidir. Yatılı misafir keyifli ama bir süre sonra zordur. Evlat edinmek ise devv bir karardır!

Vatandaş alma konusunda en gözü kara, yüzölçümü bizden 12 kat büyük, 320 milyonluk, çılgın gibi, derya gibi istihdamı olan ABD bile her yıl en fazla 500-600 bin kişiye vatandaşlık vermektedir. Bunların bir kısmı zaten orada doğan bebeklerdir. Kalanı da karpuz gibi seçmece bulunmaktadır. 5 yıl o memlekette oturmuş olma, düzenli bir ikametgâhının bulunması, çalışma izni sahibi olma, ahlaklı biri olma, sabıkası bulunmama filan, bunları ABD ve her ülke arıyor zaten. ABD bir de önceden güzel güzel seçiyor zaten çalışma izni verirken. Sonra da bunların arasından da kız verir gibi mühendise, doktora veriyor vatandaşlığı. O da yetmiyor. İngilizce konuşma, okuma ve yazma konusunda çok sıkı sınav yapıyor. Yetmiyor, ABD tarihi ve vatandaşlık-devlet yönetimi bilgisi üzerine de sınav yapıyor. Biz yapacak mıyız bunları? Efenim?

Yoksa kim olursan ol gel mi?

Gülse Birsel Hürriyet

 

 

*

 

Talihsiz kaplumbağa

Evvel zaman içinde, memleketin birinde kaba saba bir adam yaşardı. Bir gün çayırlarda gezerken kocaman ve çok güzel bir kaplumbağaya rastladı. Karnı da çok açtı, o yüzden kaplumbağayı, itirazlarına aldırmadan torbasına attı ve evine götürdü. Ateşin üstüne tencere koyup su kaynattı. Fakat mizacı gereği (belki de kaplumbağa öldürmenin kötü şans getirdiğini de bildiğinden) zavallı hayvanı dosdoğru kaynar suya atmadı. Tencerenin bir ucundan diğerine dikkatle bambudan bir sopa yerleştirdi, kaplumbağayı dikkatle alıp sopanın tam orta yerine koydu ve şöyle dedi:

"Kaplumbağa Efendi, eğer tencereye düşmeden sopa boyunca yürümeyi başarırsan seni serbest bırakacağım."

Bilge bir hayvan olan kaplumbağa, adamın dediğini yapmadığı takdirde çorba olmaktan başka seçeneği kalmadığını  görüyordu. Kaynar su üstünde attığı her adımda bir sağa bir sola sallansa da bütün dikkatini topladı ve kan ter içinde tencerenin öbür ucuna vardı.

Adam, olayı şaşkınlıkla izledikten sonra, hayranlıkla ellerini çırptı:

- Aferin sana, dedi, haydi tekrar dene bakalım!

Kaplumbağa nerede yanılmıştı?

Bu bilmece Martin Kohen'in "101 Felsefe Problemi" (İş Bankası Kültür Yayınları) adlı kitabında yer alıyor.

Yazar bu hikâyeden şu dersi çıkarıyor:

"Bir diktatörün kurallara saygı göstereceğini umarak onu memnun etmeye çalışmaktansa ona en baştan itaat etmemek daha iyi olabilir. Adam o takdirde hiçbir ilkeye sahip olmadığını da anlayacaktır..."

Melih Aşık Milliyet

 

 

*

 

Devlet istiyoruz

"Kınama" istemiyoruz...

"Taziye" istemiyoruz...

"Sabır dileriz" istemiyoruz...

"İnsanlıktan nasibini alamamış teröristler" zart, zurt istemiyoruz...

Bunlar bizde yeterince var...

Ayşegül bir beddua okudu, kitap olur...

Üstelik makamlı...

*

"Ölenlere rahmet" istemiyoruz...

"Yaralılarımıza acil şifa" istemiyoruz...

"Yakınlarına başsağlığı" istemiyoruz...

Onlar bizde çok...

Devlet adamıysan bizde olmayanı yap...

*

Bu IŞİD'ın yeri belli, burnunun dibinde...

Dünyanın en büyük ordusu elinde, git gerekeni göster...

Yok eğer tam 37 devletin askerleri oradayken, sen bir adım dahi atamıyorsan öteye...

Ve korkundan uçaklarını bile uçuramıyorsan...

Bu rezaleti çık anlat bize...

Niçin?..

*

Bu IŞİD'in Türkiye'de tedavi görmeye

geldikleri, ayakkabı almaya uğradıkları,

otellerde dinlenip dinlenip gittikleri günler

çok eski değil... O günlerde bunlara

kim izin verdi, kim onayladı, kim göz

yumdu, kim ağırladı, kim destek oldu?..

Tümü şimdi aynı görevde...

Bir teki dahi istifa etmiyorsa, bir tekinin

dahi kulağından tutup atamıyorsan,

bir teki dahi üzerine alınmıyorsa...

Sebebi ne?..

Çık söyle...

*

Teröristlerin "Cehennem-i Zümera'ya gidecekleri" bizzat devletin cumhurbaşkanı tarafından açıklandı...

Havaalanına gideceklerini bilseydin ya...

*

"Gani gani rahmet dilerim" istemiyoruz...

"Acil şifa" istemiyoruz...

"Yakınlarına sabır" istemiyoruz...

Devlet istiyoruz...

Varsa..

Bekir Coşkun Sözcü