Köy Enstitüleri

Bu günlerde Cumhuriyetimizin önemli günlerinin yıldönümleri kutluyoruz, yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız, kutlu ve mutlu olsun.
Beş gün önce de, Köy Enstitülerimizin kuruluş günü (17 Nisan 1940) idi. Bu konu, her yıl daha çok solcu eğitimcilerin, gazetecilerin ve köşe yazarlarının konusu olurdu. Başta devlet televizyonları, özetle;  “Çok iyi niyetlerle devrimcilerce kurulan ve kırsal kesimin eğitim sorununu halledecek Köy Enstitüleri’nin ırkçı ve Turancı kuruluşlarca, görevlerine son verildiğini”  ileri sürerlerdi.
Benim takip ettiğim kadar, bu yıl görevlerini ihmal ettiler ve konuyla çok az ilgilendiler. Onun için söz bize düştü.
Sayın okurlarım, Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonraki yirmi yıl içinde devlet yönetimimizin iktisadi-siyasi ve kültürel uygulamalarından, toplumumuz daima memnun olmuştur. Çünkü yönetim, nüfusumuzun %85’inin kırsal kesimde yaşadığını ve köylerimizde okuma-yazma bilmeyenlerin oranın da %80 in üstünde olduğunu dikkate alarak uygulamalarda bulunmakta idi. Her türlü eğitim ücretsizdi, yurt içi ve şehir içi ulaşımlar raylı sistemle yapılıyor, yerli malı kullanıp kaynak biriktirmek artırılmış ve israf ekonomisinin önü kapanmıştı, köy halkı üretkendi, şehir halkı da çalışıyor, öğünüyor ve güveniyordu.
Büyük Türk Milliyetçisi M. Kemal Atatürk’ümüzün uçmağa varmasından sonra kültürel milliyetçiliğe karşı savaş açılmış, milli devlet olma süreci, sosyalist devrim süreci için feda edilmiştir. Genç Cumhuriyetimizin milli eğitimi, solcu güçlere teslim edilmişti. Milli Eğitim Bakanlığı görevi, “Eskiyi unut yeni yolu tut, gençliği umut budur çocuğum. Geçtiği yerde kalsın geçmişler, bize bundan inkılapçı demişler” diyen inkarcı Hasan Ali Yücel’e, İlköğretim Genel Müdürlük görevine de, “İlerici, solcu güçlerin sağladığı, birikimi eyleme çevirmeyi başaracak, köylü sınıfı yoksulluğunu, eğilmişliğini, sömürülüşünü iliğinde, kemiğinde duyan ve bunun için savaşabilecek ve savaşı örgütleyebilecek insan olarak” Hakkı Tonguç’a verilmiştir. Bu sosyalist kadro, 1939 yılında Maarif Şurası’nı toplamış ve 1940 yılında Köy Enstitüleri Kanunu’nu çıkarmıştır. Benim okuduğum “İnkılap Okulunun” adı “Devrim Okulu” olarak değiştirilmiştir. Ankara’daki  “Türk Ocağı”nın adı  “Halk Evi” olmuş ve toplantı salonunun sahnesinin üstündeki milli sembolümüz olan Bozkurt başı, sahne aydınlatması bahane edilerek gizlenmiş, Ulus Meydanı’nın Zafer Anıtı’ndaki Bozkurt başları da yerinden kaldırılmıştı. İleri yıllarda, Türk Milliyetçi kuruluşların gayretleri ile, değişik yerlere konuldu.
“Gitmediğin yer senin değildir” diyerek, Türkiyemiz yirmi bir bölgeye bölünerek, Ankara-Adana-Antalya-Aydın-Balıkesir-Diyarbakır-Eskişehir-Erzurum-Isparta-İzmir-Kars-Kastamonu-Kayseri-Kırklareli-Konya-Malatya-Sakarya-Samsun-Sivas-Trabzon ve Van şehirlerimizde semt isimli toplam oniki bin öğrenci kapasiteli, Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Netice olarak “sosyalist nitelikli öğreti sistemi, inkılapçı ve milliyetçi sistemi bünyesinde toplayan Atatürkçü öğretim sisteminin yerine geçmiş ve onu, karşıt unsur olarak, devreden çıkarmıştır.”
Köylerimizdeki eğitimi, sosyalist modelin sistemi haline getiren M. Eğitim Bakanlığı, ikinci bir yabancı kültür seferberliğini daha başlatmış ve dünya klasiklerine, Türk kültür eserlerinden evvel öncelik vererek kısıtlı kaynaklarımızı kendi ideolojilerinin emrinde kullanmıştır. Neticede halkımız, Türk Kültürü yerine dünya kültürünün tesir sahasına girmiştir.
 Fakat şerefli mazimizi ve tarihimizi inkâr eden, köksüzlüğü meziyet sayan kadro tarafından 1940’lı yıllarda kurulan Köy Enstitülerimiz on yıl sonra Türk Milliyetçi eğitimcilerin mücadelesi sonunda zararlı görülerek kapatılmış ve kurucuları da Bakanlık emrine alınmıştır. Bu oluşumun günahı da, hiç şüphesiz “eğitimi ideolojilerine alet edenlere” aittir.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları