Kriz mi, fırsat mı?

Kriz mi, fırsat mı?
Gazeteci Ahmet Türk, Hollanda ile yaşanan krizi değerlendiren bir analiz kaleme aldı.

Gazeteci-yazar Ahmet Türk, Hollanda ile Türkiye arasında başlayan krizi değerlendirdi. "Yaşananları; Hollanda 15 Mart’ta seçimine, Türkiye ise 16 Nisandaki referandumuna yönelik kendi seçmen tabanını konsolide etme gayreti istikametinde popülist politikalara dönüştürdü!" diyen Türk, çarpıcı ifadeler kullandı.

İşte o analiz:

Öyle tuhaf ve şirazesi kaymış bir ülke haline geldik ki… Gece ‘gerginlik’ ile yatıyor, sabah ‘kriz’ ile uyanıyoruz! Bu gerginlik ve kriz hallerini bile doğal yaşayamıyoruz. Bi süre sonra acaba bu kriz içerisinde hangi ‘fırsatları’ barındırıyor derdine düşülüyor! ‘Kriz yönetimleri’' bile artık ‘fırsat yönetimleri’ hâlini almış durumda!

Daha önce de dedik ya, ülkede kutuplaşma ve keskin ayrışma ‘kritik’ eşiklere dayandığı için, artık özgür ve net bir şekilde olan biteni sorgulayıp vaziyet tespiti yapamıyorsunuz! Çünkü güç ve otorite ‘gözcülüğü’ sürekli devrede!

Kendinizi anında en yüksek şiddet skalasında bir ‘Vatan-Millet-Sakarya’ fırtınasının ortasında buluyorunuz! Toplumsal ve milli taşikardiye neden olacak ne varsa medyadan pompalanıyor. Ardından ‘terörist’, ‘tekfir’ ve ‘vatan hainliği’ yaftası elinde hazır bekleyen bir takım otorite gözcüleri tetikte bekliyor! 'Gözcü'nün tornasından çıkan bilgi ve yorum dışında bir şeyler yazar ve söyleyen olursa alınlarının ortasına yapıştırıyorlar!

İşte böyle bir ortamda ‘İyi de kardeşim, biz niye Hollanda ile bu diplomatik krizi yaşadık?’ sorusuna verilen ‘resmi’ cevaplardan tatmin olmayanlar, olan bitenin aslını sorgulayamıyor ve öğrenemiyor. Bilen ya anlatamıyor ya da kuşdiliyle konuşmak zorunda kalıyor!

Ama biz olan bitenin aslını yazalım:

Malumunuz geçmişte, Türkiye ile AB arasında 'AB ülkelerindeki seçim dönemlerinde' Türk siyasetçilerinin o ülkelerde propaganda yapmaması üzerine bir protokol yapılmıştı. Lakin 16 Nisan'da seçime gidecek olan Türkiye, imzaladığı bu antlaşmaya rağmen, 15 Mart da bir genel seçim geçirecek olan Hollanda'da, anayasa referandumu için siyasi propaganda yapmakta ısrar etti. Hollanda haliyle bu talebi reddetti. Türkiye ısrarlı bir şekilde girişimde bulununca da olanlar oldu!

Tüm bu yaşananlar planlandı mı, yoksa gelişmeler üzerine mi tavır oluşturuldu bunu zaman gösterecek ve belgelendirecek!

Fakat gelinen aşamada bu toplantıların yapılmasını saçma yöntemlerle ve dengesiz hamlelerle engelleyerek hiç hoş olmayan olaylara neden oldu Hollanda. Türkiye’nin bir Bakanı ve orada toplanan Türk vatandaşları, profili yüksek ‘şiddet’ ve ‘saygısızlık’ eylemlerine maruz kaldılar maalesef...

Olayın özeti budur. Ama bu safha çoktan geçildi! Dedik ya ‘krizi yönetimleri’ yerini ‘fırsat yönetimleri’ne bıraktı!

Anlayacağınız, şu anda olan bitenler iki ülkenin çıkarları boyutunu aştı. Yaşananları; Hollanda 15 Mart’ta seçimine, Türkiye ise 16 Nisandaki referandumuna yönelik kendi seçmen tabanını konsolide etme gayreti istikametinde popülist politikalara dönüştürdü!

İşin Hollanda ciheti şöyle: Hollanda 15 Mart da Genel Seçime gidiyor. Parlamentosunda toplam 150 milletvekilliği bulunuyor. 76'yı yakalayan parti veya partiler iktidar oluyor. Şu anda da merkez sağ parti (VVD) ve sosyal demokrat emek partisi koalisyon halinde (76 vekille). İktidarın büyük ortağı merkez sağ partinin lideri Rutte, aşırı sağ Wilders'e oy kaptırmak istemiyor ve Müslüman ülke Türkiye üzerinden kontrollü gerginlik çıkartıyor. Wilders en son ki 2012 seçimlerde 950 bin oy almıştı ki bu yüzde 10'a tekabül ediyor. Merkez sağ 2,5 m (yaklaşık yüzde 25) oy almıştı. Yani yaklaşık 4 milyon sağ oyun kavgası var.

Haliyle aşırı sağ seçmene şirin gözükmek isteyen Hollanda iktidar partisi bu krizden bu fırsatları çıkarmaya çalıştı!

İşin Türkiye ciheti ise şöyle:

Türkiye 16 Nisan’da referanduma gidiyor. Şu an siyasi iktidarın başını çektiği ‘EVET’ cephesinin oyları kendileri tatmin edici boyutlarda değil. Çünkü ortalıkta hâlâ deli mayın gibi duran %20’ye yakın bir ‘kararsızlar’ cephesi var! Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre bu kararsızlar cephesini etkileyecek iki parametre var; ilki ekonomi ikincisi, politbürolarıyla birlikte hareket ettiği milliyetçi partilerin hâlâ kararsız olan seçmenleri…

Ekonomi kötü. Ekonominin kötü gidişi ‘HAYIR’ oylarını besliyor. Öte yandan çarkını tıpkı devlet gibi borçla çeviren kitlelere neden ‘EVET’ denilmesi gerektiğini de anlatamıyorlar! Ekonomide yapısal sorunlar var. Bu da yapısal bir sosyal maliyet üretiyor. Ekonomiyi bir ayda iyileştirmek de mümkün değil! Denediler; emeklilere promosyon, varlık fonu ile döviz girişi, işsizlik projesi, borçların ötelenmesi filan ama olmuyor…

Siyasi iktidarın elinde kalan en büyük ‘HAYIR’ diyen ve ‘karasız’ olan milliyetçi cenahın tabanı ve yüzer-gezer seçmeni… Milliyetçi cepheyi heyecanlandırıp konsolide edecek bir şey lazım. Üst üste yüklenilen Kardak merkezli tazyiklerden bir şey çıkmadı! Suriye’de, ABD-CENTKOM ve Rusya desteğiyle ciddi bir alan hâkimiyeti elde eden  PKK ve türevleriyle alakalı son günlerde artan 'terörü bitirdik' haberleri de ilgi çekmiyor! Diğer yandan, milliyetçi seçmen Suriye politikalarını da yanlış buluyor. ‘Giderken bana mı sordunuz’ finaliyle taçlanan 'Mavi Marmara' ve benzeri hamlelerden ve İsrail ile alakalı kriz ve detaylarla da ilgilenmiyor!

Dolayısıyla denenmiş ve işlemiş bir yönteme dönüldü: Dış kriz!

'One Minute' gibi bir heyecan! Sağ ve milliyetçi kararlı ve kararsız kitlenin sinir uçlarını uyarmak ve milliyetçi psikoz ile EVET'de hizaya getirmek!

Aslında Türkiye, mağduriyet konusunda kendi kendine yeten dünyadaki sayılı bir kaç ülkeden biriydi! Fakat içeride üretim yetmeyince, uyanan muhalefet de bu süreçte siyasi iktidara malzeme vermeyince; artan iç talep ancak 'ithal mağduriyet' yoluyla giderilebildi!

Hülasa,

Yani anlayacağınız şu anda Hollanda ve Türkiye yöneticileri aslında birbirlerine değil, kendi seçmenlerine sesleniyor!

The Washington Post’un bu gelişmelerle alakalı yorumu gayet isabetli: “Endişelenecek bir şey yok, 16 Nisan’dan sonra iki ülke ilişkileri normalleşir!

AHMET TÜRK / turk1399.com